Yine bir 2 Eylül
gecesiydi... Gönlüm çok kırıldı birden... O çok sevdiğim eylül... 2 Şubat’ta
güzelim annem Fikriye’me verdiği kara saçlı bembeyaz gülüşlü adamı bir 2
Eylül’de aldı bizden...
Her sene 2
Şubat’ları ve 2 Eylül’leri boğazımda bir düğümle yaşıyorum...
Benim kara saçlı,
bembeyaz gülüşlü... Anası kadar yürekli dostum... Gençliğimin burukluğu...
Kadınlığımın öfkeleri... Saçlarımın bilmem kaçıncı rengi...
En son bir nisanda
görüştük seninle...
Ondan evvel kıştı
seninle kaldığımda... Fikriye’m yürüyemiyordu ama ben gelip kalıcam diye
börekler yapmıştı... Salatamızı yapıp indik Fikriye'ye...
"ne güzel bak
kocadınız hala kopmadınız" dedi bize...
Güldük...
Yaşamlarımız ayrı şehirlerde ayrı ayrı sürdü... Başka insanlarla devam etti...
Ama dostluğumuz, yüreğimiz hiç değişmedi...
Her zaman
kendimize ait fırsatları yarattık yaşam içinde...
Bazen başka şehre
yapılan bir seyahatin bir ufak molası, bazen başka insanlarla yapılan yolcuğun
bir nefeslik kaçamağı...
Beni hiç habersiz,
hiç mektupsuz, telefonsuz bırakmadın..
Poyraz büyürken
kilometrelerce öteden hep okulunu, huylarını, neler yaptığını sordun bana...
Güzel adam olacak o dedin... Oldu...
" Toprak
tohumun kalbinde nefes alıyor"...
Duvarlarında film
afişleri olan o odadan çok daha büyük yaşamlarda buluştuk...
Aşağısı uçurum
balkonlarda konuştuk...
Fikriye’min ödünü
patlattık...
Son kez seninle
kaldığımda ben giyinip süslenirken bilgisayarımda fotoğraflarıma bakmak
istedin... Benim, poyrazın
fotoğraflarına... O fotoğraflarda sen hep başkalarının görmediklerini gördün...
Üzüntülerimi, hayal kırıklıklarımı, yalnızlığımı, sevgimi...
Sonra giyinip
yanına geldiğimde bana baktın ve kocaman bembeyaz gülüşünle... "Cadı"
dedin...
Ben huysuz,
huzursuz... Hep kaçak ben...
Ruhumu bir bakışta
gören dostum benim...
O kırmızı bluz bir
daha giymedim... Ama hayatı hala aynı cesaretle yaşıyorum.
Sonra da yine
darmadağınık dedin... Ne? Diye sordum... "Her şey" dedin...
"-bütün bu
fotoğraflar, dosyalar adı yok, sırası yok... Hepsi senin gibi" dedin...
Beni tango yapayım
diye götürdün ve geleceğin saati söyleyip, sen gelene kadar düzelteyim ben o
dosyaları dedin...
Gecenin dördünde
beni yine bir yerlerden toplayıp... Yine benimle birlikte sabahı ettin...
Hayatımın en güzel
sohbetlerini yaptığım dostum... Bilseydim o geceden sonra bir kez daha bir
arada sabahlamayacağımızı o portakal suyunu içmem ben diye o kadar huysuzluk
yapmazdım ki...
O dosyalar yine
darmadağınık, yine isimler karışık... Yine aradığım hiçbir şeyi yerinde
bulamıyorum...
Sonra Fikriye’m
gitti...
Çiçeklerini
bırakıp gitti...
Seni bırakıp
gitti...
İnanamadım seni
bırakıp gittiğine...
Tekrar geldiğimde
Fikriye’m yoktu, sen çok sessizdin... Ankara keyifsizdi...
An/kara
sessizdi...
Kalacak zamanım
yoktu...
Kızılay'da bir
günlük iş gezisinin arasında kocaman sarıldım sana son kez...
Senin ve benim
huysuz yaşlı günlerimizin geyiğini yapamayacak kadar yorgunduk ikimizde...
Oğlumu sordun yine... Bir anneyle oğul arasındaki o güzelim bağın en sağlamıyla
büyümüş yanlarınla birkaç nasihat verdin... Kimselerin sözünü dinlemediğimi,
ama seni dinlediğimi bilirdin... Sen tereddütler içindeyken bile ben sana hep
güvenirdim.
İnsan bir son görüşmeyi
nasıl önceden bilebilir ki...
Bilse bir Ankara
caddesinde saçma sapan bir yerde yarım saatte gençliğiyle sohbet eder mi ki?
Tüm yıllar boyunca
sen arkadaşlığımıza yaptığım her şeye rağmen, bana tek bir hata bile yapmamayı
seçtin...
Sonra bir 2 Eylül’de
Fikriye’ne giderken... Fikriye'yle buluştun...
Yola çıkarken
nasıl bir yazmışsın o yazıyı hiç bilemedim...
"-Kümbet'e
gidiyorum" yazısı kaldı uzunca bir yerlerde...
Sivas elleri...
Kümbet Köyü... Köylülerin benimle hala sohbet ediyor... Annenin yolunda Sivas'a
giderken...
Yazdığın gerçek
oldu...
Artık sevmiyorum
dostum Ankara'ya gelmeyi... Yapacak ne var ki diyorum. Arayacak kimse kalmadı
diye düşünüyorum... Senden kalan yanım hep boş...
Birlikte gidemedik
Ağrı'ya... İshak Paşa Sarayı'nın duvarlarına birlikte bakamadık... Ama ne
tesadüftür ki Poyraz'ı gönderdim Ağrı'ya... Tohum bizim yerimize orada
seyrediyor Dağları... Bir gün mutlaka gideceğim İshak Paşa’nın duvarlarını
okumaya...
Yıllar önce elime
bırakıp gittiğin şiirin cevabını keşke sana verebilseydim...
TOPRAK TOHUMUN
KALBİNDE NEFES ALIR
Bu kaçıncı rengi
saçlarının
Kaç hıncı bu
kendinin saçlarına
O dönülmez
fotoğraflardan kendini çıkarışın
Yüzündeki tarihi
boşluğa bu kaçıncı fırlatışın
Şimdi yeniden-bin
yıl sonra mesela
Peşine adamlar
takışın
Bıraktığın izleri
bu kaçıncı yok edişin
Bu kaçıncı öyküsü
Septe Boğazının
Bir çocuğun evi
şimdi rahmin
Evsiz ki yurtsuz
yuvasız ömrümüzde
Evidir yine de evi
olmak birinin
Adı: daha ne kadar
kalacak
Adresi: son nefes
durağı ve sonrası
Kalbim... Alınma
bulutların gölgesinden
Kanat karanlıkta
acıyan yerlerini
Sana yeni
rüzgârlar getirecek
Saçlarının
derinlerdeki rengiyle
Mevsimini bul
Yüzünü bu yana
çevir
15.Temmuz.1987
Ünal TEMİZYÜREK /
İzmir
"Kopacak
yüreğim gözlerimden gideceksin bu yazdan
Açacaksın yüreğini
boşluğa orada tüm tarihlerin,
Tüm yitik savaşlar
kapkara gözlerinin ardında"
Gözlerin tüm
kaçışların önü sıra dizilmede yıllar sonra kara bir akşamda
“ne mümkün
ellerin”
Dönmek yazlar
öncesinin yanlışlarına ne mümkün şimdi o eski resim
"gördün
mü?"
Tutunduğun
yıldızlar kadar uzakta yıllar sonra kara soğukta
Yazılmış tarihler
soluk fotoğraflarla
Ben ki tüm
zamanların kara büyülü kirkesi
Şimdi üç beş
satırda anaçlıkla donatırken ev yanımı ve kanatırken her yaramı
Yıllar önce
ellerimden bırakırken yaşamın en çıplak yanını
Geç kalmış bir
uyanıştan başka ne ki bunca aradan sonra
Ellerine
bıraktığım tüm yalan adreslerle seni donattığım senden habersiz yanıtlar
Ve sana ödünç
bıraktığım kara yanım ile şimdi beni çöz-bul-tamamla
Kapılarda aşkı
bekliyorum
Şimdi tüm sancısı
ile hayata katılıyor dört yanım
Nasıl kurulurdu
yeni baştan yaşamlar
"benim"
sandığım şiirler ve yükünü taşıdığım kadınlar
Ne diriltebilir
şimdi eski yazları
Kim diriltebilir
öldükleri ağlarda eski aşkları
Kopuyor gözlerim
yüzümden
Kulağımda bizim
olan çağlardan kalma kimseler yokken ıssızlıkta
"onlardan
biri olabilir miyim?"
Ben ki sana rağmen
hiç söylenmemiş bir yalanın ağzında
Sıkarak dişlerimi
saklanarak postların kıvrımlarına
Kendimi aşka
yakıştıramadım
Yarattığım
sevgilerde asırlık kurnabaşlarının orospu temizlenmeleri
Ben sana
yakışmazdım
Uyandıramadan
içimdeki küçük kız yüreğini
Seni kelimesiz
anlamlarla bırakıp kaçtım
Kendinden üreyen
tek aşkım deli yanı gözlerimin zehir zıkkım
Yaşamın ipliğini
karaağaçlara bağladım
Gözlerinde
suretimi aradım yıllar sonra
İçimdeki küçük kız
dillenirken korkusuz
Donatırken
bedenimi yorgun bir anaçlıkla
Yüreğimin dört
duvarını delirmelere kapadım
Anladım ki zıkkım
sofralarına yaşanmışlık beş yazıyor
Sen gördün mü
deliliği?
Onarmadan dört
yanı olduğu yerden kalmışlarla yeniden
Uzağında yası
yaşadım
Denizsizdi şehrin
Çocuk yaşların
erken yaşanmışlıkları
Kara tutkulu
adamların çok bilmezlikleri ile gizlenerek
Kurnabaşı
eğlencelerine gözlerimde savaşlar
En çok ben
oynadım-zilleri tefleri kulaklarımda-
Ben onları
onlardan çok severek koca göğüslü kadınların yüreğiyle
Delirmeyi seçtim
Aralarında dönerek
derinine kayarken kimsesizliğin
Demediklerimi
denmiş
Yazmadıklarımı
okunmuş sandım
Yaşama yalancı şahitler
bulup
Terle ıslanmış
derin temizlik hamamlarından
Bebeği
dillendirdim
Yaşamın çok
seslerine takıldı soluğum
Sana bir seni
diyemedim ellerim yüreğimin tüm kara bakışları
doğamamış
bebeklerim, gözlerim, yaşadıklarım, yaşamım
Özür dilerim
"tüm
yaşadıklarımız çürüdü bizsiz bir yanımız eskidi
Zaman bitti kara
geceye inat hiç değişmeden adresleri yitik
Ben yüzünü
aralarken sensiz, seni yaşadım
Dağlarının
denizinde kumunda senden geri alıp gençliğimi
Sonsuza
kilitledim”
Kapkara gözlerini
yaşamın alfabesine ekledim
Ben aşka bel
bağladığım
Adak sofralarında
önce seni kemirdim
Seni bitirdim
Emine Akı / Nisan
1997 Ankara
Can dostum...
Kocaman gülüşlü insan… Fikriye’mle bana bakıp gülümsüyorsunuz biliyorum...
Şimdilik hoşça
kalın…