3 Eylül 2014 Çarşamba

TEMİZYÜREK

Yine bir 2 Eylül gecesiydi... Gönlüm çok kırıldı birden... O çok sevdiğim eylül... 2 Şubat’ta güzelim annem Fikriye’me verdiği kara saçlı bembeyaz gülüşlü adamı bir 2 Eylül’de aldı bizden...
Her sene 2 Şubat’ları ve 2 Eylül’leri boğazımda bir düğümle yaşıyorum...
Benim kara saçlı, bembeyaz gülüşlü... Anası kadar yürekli dostum... Gençliğimin burukluğu... Kadınlığımın öfkeleri... Saçlarımın bilmem kaçıncı rengi...
En son bir nisanda görüştük seninle...
Ondan evvel kıştı seninle kaldığımda... Fikriye’m yürüyemiyordu ama ben gelip kalıcam diye börekler yapmıştı... Salatamızı yapıp indik Fikriye'ye...
"ne güzel bak kocadınız hala kopmadınız" dedi bize...
Güldük... Yaşamlarımız ayrı şehirlerde ayrı ayrı sürdü... Başka insanlarla devam etti... Ama dostluğumuz, yüreğimiz hiç değişmedi...
Her zaman kendimize ait fırsatları yarattık yaşam içinde...
Bazen başka şehre yapılan bir seyahatin bir ufak molası, bazen başka insanlarla yapılan yolcuğun bir nefeslik kaçamağı...
Beni hiç habersiz, hiç mektupsuz, telefonsuz bırakmadın..
Poyraz büyürken kilometrelerce öteden hep okulunu, huylarını, neler yaptığını sordun bana... Güzel adam olacak o dedin... Oldu...
" Toprak tohumun kalbinde nefes alıyor"...
Duvarlarında film afişleri olan o odadan çok daha büyük yaşamlarda buluştuk...
Aşağısı uçurum balkonlarda konuştuk...
Fikriye’min ödünü patlattık...
Son kez seninle kaldığımda ben giyinip süslenirken bilgisayarımda fotoğraflarıma bakmak istedin... Benim,  poyrazın fotoğraflarına... O fotoğraflarda sen hep başkalarının görmediklerini gördün... Üzüntülerimi, hayal kırıklıklarımı, yalnızlığımı, sevgimi...
Sonra giyinip yanına geldiğimde bana baktın ve kocaman bembeyaz gülüşünle... "Cadı" dedin...
Ben huysuz, huzursuz... Hep kaçak ben...
Ruhumu bir bakışta gören dostum benim...
O kırmızı bluz bir daha giymedim... Ama hayatı hala aynı cesaretle yaşıyorum.
Sonra da yine darmadağınık dedin... Ne? Diye sordum... "Her şey" dedin...
"-bütün bu fotoğraflar, dosyalar adı yok, sırası yok... Hepsi senin gibi" dedin...
Beni tango yapayım diye götürdün ve geleceğin saati söyleyip, sen gelene kadar düzelteyim ben o dosyaları dedin...
Gecenin dördünde beni yine bir yerlerden toplayıp... Yine benimle birlikte sabahı ettin...
Hayatımın en güzel sohbetlerini yaptığım dostum... Bilseydim o geceden sonra bir kez daha bir arada sabahlamayacağımızı o portakal suyunu içmem ben diye o kadar huysuzluk yapmazdım ki...
O dosyalar yine darmadağınık, yine isimler karışık... Yine aradığım hiçbir şeyi yerinde bulamıyorum...
Sonra Fikriye’m gitti...
Çiçeklerini bırakıp gitti...
Seni bırakıp gitti...
İnanamadım seni bırakıp gittiğine...
Tekrar geldiğimde Fikriye’m yoktu, sen çok sessizdin... Ankara keyifsizdi...
An/kara sessizdi...
Kalacak zamanım yoktu...
Kızılay'da bir günlük iş gezisinin arasında kocaman sarıldım sana son kez...
Senin ve benim huysuz yaşlı günlerimizin geyiğini yapamayacak kadar yorgunduk ikimizde... Oğlumu sordun yine... Bir anneyle oğul arasındaki o güzelim bağın en sağlamıyla büyümüş yanlarınla birkaç nasihat verdin... Kimselerin sözünü dinlemediğimi, ama seni dinlediğimi bilirdin... Sen tereddütler içindeyken bile ben sana hep güvenirdim.
İnsan bir son görüşmeyi nasıl önceden bilebilir ki...
Bilse bir Ankara caddesinde saçma sapan bir yerde yarım saatte gençliğiyle sohbet eder mi ki?
Tüm yıllar boyunca sen arkadaşlığımıza yaptığım her şeye rağmen, bana tek bir hata bile yapmamayı seçtin...

Sonra bir 2 Eylül’de Fikriye’ne giderken... Fikriye'yle buluştun...
Yola çıkarken nasıl bir yazmışsın o yazıyı hiç bilemedim...
"-Kümbet'e gidiyorum" yazısı kaldı uzunca bir yerlerde...
Sivas elleri... Kümbet Köyü... Köylülerin benimle hala sohbet ediyor... Annenin yolunda Sivas'a giderken...
Yazdığın gerçek oldu...

Artık sevmiyorum dostum Ankara'ya gelmeyi... Yapacak ne var ki diyorum. Arayacak kimse kalmadı diye düşünüyorum... Senden kalan yanım hep boş...

Birlikte gidemedik Ağrı'ya... İshak Paşa Sarayı'nın duvarlarına birlikte bakamadık... Ama ne tesadüftür ki Poyraz'ı gönderdim Ağrı'ya... Tohum bizim yerimize orada seyrediyor Dağları... Bir gün mutlaka gideceğim İshak Paşa’nın duvarlarını okumaya...
Sensiz...

Yıllar önce elime bırakıp gittiğin şiirin cevabını keşke sana verebilseydim...

TOPRAK TOHUMUN KALBİNDE NEFES ALIR
Bu kaçıncı rengi saçlarının
Kaç hıncı bu kendinin saçlarına
O dönülmez fotoğraflardan kendini çıkarışın
Yüzündeki tarihi boşluğa bu kaçıncı fırlatışın
Şimdi yeniden-bin yıl sonra mesela
Peşine adamlar takışın
Bıraktığın izleri bu kaçıncı yok edişin
Bu kaçıncı öyküsü Septe Boğazının
Bir çocuğun evi şimdi rahmin
Evsiz ki yurtsuz yuvasız ömrümüzde
Evidir yine de evi olmak birinin
Adı: daha ne kadar kalacak
Adresi: son nefes durağı ve sonrası
Kalbim... Alınma bulutların gölgesinden
Kanat karanlıkta acıyan yerlerini
Sana yeni rüzgârlar getirecek
Saçlarının derinlerdeki rengiyle
Mevsimini bul
Yüzünü bu yana çevir
15.Temmuz.1987
Ünal TEMİZYÜREK / İzmir

"Kopacak yüreğim gözlerimden gideceksin bu yazdan
Açacaksın yüreğini boşluğa orada tüm tarihlerin,
Tüm yitik savaşlar kapkara gözlerinin ardında"

Gözlerin tüm kaçışların önü sıra dizilmede yıllar sonra kara bir akşamda
“ne mümkün ellerin”
Dönmek yazlar öncesinin yanlışlarına ne mümkün şimdi o eski resim

"gördün mü?"

Tutunduğun yıldızlar kadar uzakta yıllar sonra kara soğukta
Yazılmış tarihler soluk fotoğraflarla
Ben ki tüm zamanların kara büyülü kirkesi
Şimdi üç beş satırda anaçlıkla donatırken ev yanımı ve kanatırken her yaramı

Yıllar önce ellerimden bırakırken yaşamın en çıplak yanını
Geç kalmış bir uyanıştan başka ne ki bunca aradan sonra

Ellerine bıraktığım tüm yalan adreslerle seni donattığım senden habersiz yanıtlar
Ve sana ödünç bıraktığım kara yanım ile şimdi beni çöz-bul-tamamla
Kapılarda aşkı bekliyorum
Şimdi tüm sancısı ile hayata katılıyor dört yanım
Nasıl kurulurdu yeni baştan yaşamlar
"benim" sandığım şiirler ve yükünü taşıdığım kadınlar
Ne diriltebilir şimdi eski yazları
Kim diriltebilir öldükleri ağlarda eski aşkları
Kopuyor gözlerim yüzümden
Kulağımda bizim olan çağlardan kalma kimseler yokken ıssızlıkta

"onlardan biri olabilir miyim?"

Ben ki sana rağmen hiç söylenmemiş bir yalanın ağzında
Sıkarak dişlerimi saklanarak postların kıvrımlarına
Kendimi aşka yakıştıramadım
Yarattığım sevgilerde asırlık kurnabaşlarının orospu temizlenmeleri
Ben sana yakışmazdım
Uyandıramadan içimdeki küçük kız yüreğini
Seni kelimesiz anlamlarla bırakıp kaçtım
Kendinden üreyen tek aşkım deli yanı gözlerimin zehir zıkkım
Yaşamın ipliğini karaağaçlara bağladım
Gözlerinde suretimi aradım yıllar sonra
İçimdeki küçük kız dillenirken korkusuz

Donatırken bedenimi yorgun bir anaçlıkla
Yüreğimin dört duvarını delirmelere kapadım

Anladım ki zıkkım sofralarına yaşanmışlık beş yazıyor

Sen gördün mü deliliği?

Onarmadan dört yanı olduğu yerden kalmışlarla yeniden
Uzağında yası yaşadım
Denizsizdi şehrin
Çocuk yaşların erken yaşanmışlıkları
Kara tutkulu adamların çok bilmezlikleri ile gizlenerek
Kurnabaşı eğlencelerine gözlerimde savaşlar
En çok ben oynadım-zilleri tefleri kulaklarımda-
Ben onları onlardan çok severek koca göğüslü kadınların yüreğiyle
Delirmeyi seçtim

Aralarında dönerek derinine kayarken kimsesizliğin
Demediklerimi denmiş
Yazmadıklarımı okunmuş sandım
Yaşama yalancı şahitler bulup
Terle ıslanmış derin temizlik hamamlarından
Bebeği dillendirdim
Yaşamın çok seslerine takıldı soluğum
Sana bir seni diyemedim ellerim yüreğimin tüm kara bakışları
doğamamış bebeklerim, gözlerim, yaşadıklarım, yaşamım

Özür dilerim

"tüm yaşadıklarımız çürüdü bizsiz bir yanımız eskidi
Zaman bitti kara geceye inat hiç değişmeden adresleri yitik
Ben yüzünü aralarken sensiz, seni yaşadım
Dağlarının denizinde kumunda senden geri alıp gençliğimi
Sonsuza kilitledim”
Kapkara gözlerini yaşamın alfabesine ekledim

Ben aşka bel bağladığım
Adak sofralarında önce seni kemirdim
Seni bitirdim

Emine Akı / Nisan 1997 Ankara

Can dostum... Kocaman gülüşlü insan… Fikriye’mle bana bakıp gülümsüyorsunuz biliyorum...

Şimdilik hoşça kalın…