7 Eylül 2014 Pazar

“ADIMDAN GAYRISINI BİLMİYORUM” …

YORGUNLUK
Kuşlar vardır, cana benzer havalarda:
Soğuksa kar, baharsa yaprak;
Bir başına büyür toprakta ömrümüz,
Güneşle yeşil elleriyle çıplak;
-Uslu ayaklarla başlamış yolculuk-
Yürünmez öyle, bazen durulur,
Ve iner erenler katına yorgunluk;
Kapanır sükûn üzre kitaplar.
Nefeslerle sürüp giden yaşamamız
Bir su kenarına gelir durur;
Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır;
Yürünmez öyle hep, bazen susulur.

Can Yücel


Çeşit çeşidi var bu canına yandığımın yorgunluğunun, tatlısı var, kroniği var, ruhsalı var, bahar yorgunluğu var… Bir yorulmuşsan zamana, duruma mevsimine göre yakıştır kendine…
Ben bazen aniden yorulurum… Öyle birden… Çark dönerken kendi tekerime çomak sokarım…
Yaşamım boyunca en değer verdiğim şeylerden hep böyle anlarda vazgeçtim.
Yorulmak benim vazgeçişim… En azından dönüş yoluna girişim…
16 seneden bir günde yoruldum, 8 seneden bir Pazar akşamüstü aniden… Bir cumartesi her şey yolundayken,  ortada bir sorun yokmuş gibi görünürken o herkeslerin gıpta ettiği işimden yoruluverdim… Uzun sürer benim karar aşamam… Hastalanırım önce günlerce midem ağrır, inanılmaz yorgun ve huysuz olurum… Her şey batmaya başlar, birkaç kez kendimi götürür,  geri getiririm…
Ama yorgunluk bir kere geldiyse bünyeye…
Yabancılaşma ‘nın küçük kardeşi kanımca yorgunluk. Hangisinin diğerinden daha bela olduğunu bulamadım hala… Bezginlik ve bıkkınlığın da yakın akrabası olsa gerek…
Çocukken bahsi geçtiğinde "nasıl bişey ki acaba?" diye kendi kendime sorduğum sorunun yanıtının 40'li yaşların ortalarını geçince hissetmeye başladığım bir mukavemetsizlik haline verilen ad olduğunu anladım ben… Çok yorgunum demeye başladığım günden itibaren de kendimden endişe etmeye başladım.  Hissettiğim yorgunluktan sonra yüzüme çarpan yaşamın kendisinden nefret edip etmemek zor bir kararın arifesi gibidir hep.
"ben hayata karşı dimdik duran biriyim, yemişim yorgunluğu" derken gece çökende evin bir köşesinde yakalıyor insanı bu yorgunluk… "merhaba efendim,  ben sizin susturduğunuz bedeninizim" dediğinde gece daha yeni başlamış oluyor (zaten sonra pek de bitmek bilmiyor).
Teorik olarak dinlenmekle geçer bu durum vefakat yalandır bu…
Çünkü biri yorgunsa bu geçmez ancak birilerine bulaşır…
Bulaştırarak yorup tükettiğiniz bir insan için verilebilecek yegâne hediye bir adım geriye atıp “napıyorum ben” demektir
Ama karınıza aldığınız çiçek gibidir bu
Özür dileme amaçlıysa, kelinize sürün siz onu
Nefesinizi açar…
Yorgunluk Kafka’nın kalemidir…
 "yorgunluk illa da inanç zayıflığını göstermez- yoksa gösterir mi? her halükarda yorgunluk yetmezlik anlamına gelir. Kendimi, ben'i işaret eden her şeyin içinde çok sıkışmış hissediyorum: sonsuzluk demek olan ben bile, kendim için çok darım."

Sonu vazgeçişe uzanan süreçtir yorgunluk…
Yorgunluk, fotoğraf değil, filmdir…

Çok yorgunken de kararlar alınır, duvarlar yıkılır, yenileri yapılır. Gündelik düzen devam eder, arkadaşlar soluk verir arada bir, sesler sessizliğe karışır sonra, ayırt edilmez olur. İnandığın her şey yalan, inanmadığın her şey gerçek olur. Tuhaf bir huzursuzluk duyarsın bilmemekten olan biteni. Karmakarışıktır kafan; sen de artık okyanuslarda yüzüp suyun sıcaklığını susarsın, yolculuklara çıkıp bavullarını susarsın, paramparça uyuyup düşlerini susarsın.

Devam ederken, herkes yorulur bazen.
Bu kadar yorgunluğa uykuyla hala kavga ediyorum o ayrı...
Ahmet Telli bitirsin yazıyı…
“Adımdan gayrısını bilmiyorum” …