Bir arkadaşım yazmış...
Facebooktan sevgilisine... Küçük İskender’den bir dize…
“olur ya gökten üç elma düşerse, üçü de sana girsin!”
Malum dili İskender’in...
Sonra çocukta ona
kızmış... Kızda bana yazmış... Ben bir bilenim ya... Yahu bir şey ettim şimdi
ne edeyim diye... Bende ona kısa sizlere uzun bir şey yazayım dedim...
Bir varmış bir yokmuş... evvel zaman içinde
henüz daha pireler ve bitler okullarda, sokaklarda dolaşırken biz bu kadar
dezenfekte etmemişken ilişkileri insanların Messenger, facebook, hotmail, gmail,
dmail, vmail,qmail vs.... adresleri yokken laf karında doğup boğazdan çıkmadan
insanlar daha bir zaman geçirirlermiş... her cepte bir telefon yokken laf
birikir süzgeçten süzülür öfke geçer unutulur sevgi akla gelir söz
dinlenirmiş...
Oysa şimdi... İnanmıyorum
ben "söz" sözde kalıyor çünkü...
Dedim ki bizim
kıza... Sen gökten üç elma düşse başınıza... üçünüde sokabilir misin senin
aslan parçasına... Yok dedi kıyamam... Dedim ki "a benim salak kızım o
halde ne diye yazıyorsun yok mu klavyenin dokuz boğumu"
Yok, değil mi?
Kimsenin
klavyesinin cep telefonunun dokuz boğumu... Seyrediyorum hatta şahit
oluyorum... Üzülüyorum hatta...
Cepte başlayan
aşklar face'te bitiyor... Cepten mesajla anlıyoruz ayrıldığımızı...
Çok kolay söylüyor
herkes her şeyi "gözüne bakmadan" birbirinin...
Bazen diyorum
"göstermelik mi?" bu sevgiler. Listedekilere... Eşe dosta hatta eski
sevgiliye... bağırasım filan geliyor face'ten "gerçeğiniz var mı ulan
" diye... "ilişkisi var…" yazdığında...
Yazdıklarının
ağırlığına, telefonda ettikleri lafların ağırlığına hâkim değil insanlar... Eski
zamanlarda uğruna cinayet işlenecek... Onur kıracak... Namusa dokunacak şeyler
öyle kolay söyleniyor ki...
Desenize birinin
gözüne bakarak sokarım sana o üç elmayı...
Desenize seni
sevmiyorum sen değilsin kafamdaki...
Desenize seni
seviyorum sensin içimdeki...
Zordur... Yürek
ister mangal gibi... Yazarak çizerek kavga eden çok kişi biliyorum yanyanayken
güller gibi mutlu huzurlu aslında...
Hayatımıza ne
yaptığımızı bir düşünsenize... Sevgiliden gelecek bir haberi beklerken uzun
uzun... Her saniye orada burada yazıyor çiziyoruz... Var bende de elbet bir İskender’lik
yazmadan geçemeyeceğim sonra kendi popomuza girmiş şemsiyeleri açmaya
çalışıyoruz...
Cesaret değildir
yazmak herkes yazarken... Telefonlarda konuşurken kolay atar tutar insan...
İnsanın yüzüdür
sınav... Gözüdür...
Bir düşünün
sevdiğinize... Sevmediğinize söylediklerinizi kaçını yüzüne söylerdiniz aynı
rahatlıkla…
Benim işim yazmak
ama söyleyemeyeceğim bir şeyi yazmamayı öğrendim ilk önce...
Seni seviyorum
diyemeyeceksem birine yazmam bunu oradan buradan... Mesajla maille... Hayatımdan
çıkmasına dayanamayacaksam birine mesajla telefonla maille git deyip sonra evde
işte kıvranmam... Çünkü kolaydır bunları insanın yüzüne yapmamak dimi…
Şimdi şu düşen üç
elmayı alıyoruz yerden... Özenle asıyoruz gökyüzüne ırzına geçmiyoruz
masalların...
Aynı küçük İskender
şunu da yazmış birde bunu okuyoruz...
”bu aralar yine çok abur cubur
konuşuyorsun, pişmanlayacaksın iyice. Biraz dediklerine dikkat etmelisin…”
Pişman olmayacağız
şeyler söylemek lazım... Sonra üzülüyoruz hem biz hem karşımızdakiler...
Ben herkese
aşağıdaki şiirdeki gibi birini diliyorum...
"-oof dedi.
-ne oldu? Dedim.
-hiiç dedi.
-herseyi bırak gel benimle dedim.
-olurmu? Dedi.
-topu topu bi tabak fazla koyarız soframıza
dedim.
-olmaz dedi.
-neden? Dedim.
-aynı tabaktan yeriz dedi. Bir daha sevdim..."
Gökten üç elma düştü… Biri bana... Biri
sana… Biri de gerçek Aşk’a...