22 Ağustos 2014 Cuma

BIÇAK DA BENİM, YARA DA / CELLAT DA BENİM, KURBAN DA…

Et la victime et le bourreau !

''Kemikleri, eti, bağırsağı ve kan damarlarını toplayan deri nasıl insanın görünümünü katlanılır hale getiriyorsa, ruhun ajitasyonu ve ihtirası da kibirle kaplanmıştır. Kibir, ruhu kaplayan deridir..."
Der… Nietzsche Ağladığında ’da…

Kibir… Karaktersizlik ayracı.























Egosu fazla semirmiş kişilerde görülen bir deformasyon…  Ayrıca çoğu insanın kendi güvensizliklerini ve korkularını kapatmak için kullandıkları sağlam fondöten, güçlü bir maske.

Kibir dolu bir insansanız bir süre sonra iş öyle bir hale gelir ki; artık kendinizi Tanrı sıfatıyla eş değer bulursunuz. Size yapılan, sizin yaptığınız her şey size normal gelmeye başlar. Kendinizi gördüğünüz, duyduğunuz her şeyden üstün görmeye ve bunun doğal sonucu olarak “kimsenin sizi anlayamadığını “düşünmeye başlarsınız… Yaptığınız her şey için haklı bir sebebiniz, bir avuntunuz karşınızda buna neden olan biri mutlaka vardır…
Sizi anlamayan bir ebeveyn, size yetmeyen bir eş, sizin hayallerinize yeteri kadar cevap veremeyen bir sevgili “ler”… Sizin hadsizliğinizle örülü dünyanızın oyuncuları…

Oysa kibir; sinsidir… Kibir sahibi kibrini bilmez, sadece onun tutsağı olur. Doğurgandır, giderek büyür ve tüm hücrelerinizi ele geçirip sizi paçavraya döndürmeden önce ondan kurtulmanız çok zordur. Acımasızdır, kurbanını en tepeye çıkartıp, yere öyle fırlatır. Merhametsizdir.

Kibir ruhun katilidir.

Kibir kurdu kocayınca köpeklerin maskarası yapar. Soytarıyı tahta oturtup, kralı şaklaban kılar.
Öyle akıllı, öyle hilekârdır ki, en ahmağından en dâhisine kadar herkesi gözünün yaşına bakmadan donunda sallar.

Kibir kurbanı, kukla ustası olduğunu sanan bir kukladır. Kullandığı için övünürken kullanılır, hükmettiğini düşünürken hükmolunur. Hiç beklemediği anda sihirli değnek sandığı kazığı kıçında bulur. Ya da farkında olmadan cami duvarına işer. Belki de hırsızı evine kadar kovalar.

Oysa kibir, imha ekibinin dürtüklemesine gerek kalmaksızın patlayacaktır, hem de parça tesirlidir…

Kibir bir dev aynasıdır. Ona bakan kişi onu görmez, ama o her şeyi görür. Sabırlıdır, sessizdir, hazzını paylaşmaz. Sadece içinden güler ve o muhteşem düşüş anını bekler… 
Çünkü bay/bayan kibirli bir gün her şeyden sıyırsa da kendi yalnızlığından, ıssızlığından sıyrılamaz.
Ve kibir kendini yaşamındaki tüm insanlardan üstün görmekle başlar…
 Etrafınıza bir bakın… Siz dâhil… Kimlerin kibirleriyle örülü bir dünya da yaşıyorsunuz…
Ebeveynlerinizin, eğitmenlerinizin, patronlarınızın… Eşlerinizin… Sevgililerinizin… Arkadaşlarınızın…

Özetle; Kibir insanın elinden özeleştiri kozunu alan, düşünerek hareket etmek yerine insanı afyon almışçasına hevese ve kısa vadeli mutluğuna kandırıp, uzun vadedeki mutluluk ve huzurdan uzaklaştırıp maymun eden histir.

Hamiş: 
Kibirle yüzleşmek zordur. Kibir putunu/mitini kırmak, en iyi ihtimalle saf alkolü açık yaraya boca etmek kadar acıtır. Siz basamazsanız o yaraya biri saf alkolü basar bir gün…  Sonuçsa, çekilen ızdırâba değer. Kimseye bir daha aynı boku yapamazsınız…

“Kurbanın celladına âşık olduğunu düşünmek olsa olsa celladın kibiridir”

“Je suis la plaie et le couteau ! / … Et la victime et le bourreau !”

BIÇAK DA BENİM, YARA DA / CELLAT DA BENİM, KURBAN DA…
İşte Kibir !