" ... İhanetse
seçtiğin, içinden bütün renkleri alınıvermiş beyaz bir gökkuşağının altından
geçersin..."
Su katılmamış
kibir belirir en tehlikelisinden... Şizofrenik olanıdır en korkuncu, kendi
üzerine basmanın ardında yükselme telaşları güden...
Gözümüze
sokarcasına resmeder kendini ihanet...
Siyah siyah
bakmaktır. Kırmızı’ya küfretmek, Mavi’yi görmezden gelmektir. Aslında ihanet Mor’u
hepten unutmaktır...
Ama bu kadar
şiirsel bakmazsak birine "neden ihanetin" demek... Karşına bir sabun
alıp, "neden eridin küçüldün gittin hain!" diyerek kızmaya benzer...
Yaşam çoğu kez
bizim ruhsal kurgumuza göre ilerlemez... Doğar... Büyür... Evlenir... Çocuklanırız...
Ancak bu kurgu bazen bizim gerçeğimiz olmaktan çıkar... Kurgunun gerçek ve
somut olduğu bir an, bir durum varsa, ihanet o ana koşar...
o sorunun
sorulmasını bekler, o tokadın yüzüne gelmesini ister, o yakınlığın doğmasını
arzular, o koltuğa oturmak, o eve gitmek, o dudağı öpmek, o sözü duymak, o
şarkıyı dinlemek ister... Kurgusunun gerçekleştiği, güçlü olacağı ana koşar...
Bu nedenle ihanet
eden kendi kurgusunu, duygularını, insanları, ilişkilerini bir kaldıraç haline
getirerek kullanır...
İhanet bu anlamda
bir tercih halidir. İhanet tercihi ölümden sonraki hayat gibidir ve hayat
genellikle su gibi berraktır... Bulanıksa pınar zaten başından bulanır, hangi
pınarda yıkanıyorsan artık...
Ne diyor Küçük İskender
;
''bazı duygular
ehliyetsizdir... bazı durumlar ruhsatsızdır... bazı yaradılışlar
kimliksizdir... bazı intiharlar işgal edilmiştir... bazı fotoğraflar hep tek
kişiliktir... bazı bedenlerde "ten" velinimettir... bazı doğum
günleri hep kötü geçer... bazı aşklar bitmesi için yaşanır... bazı aşıklar
sadakati hiç tatmamışlardır...
büyük marifettir
ihanet; sorumluluk ister... gün gelir, tüm bedeller ödenir...
''ihanete uğrayan
içinse, hayatın yaşanan ' oyun ' tarafına dair, sağlam bir dayaktır ihanet...
Ve çoğu kurban
görmezden gelerek kabullenir bu kurguyu... Mutluluk susmaktır... Görmezden gelmek...
Göz yummaktır...
Oysa çoğu kez
ihanet vicdan ile arzunun bir şekilde buluştuğu yerde birini yok saymak,
diğerini ise çok saymakla sonuçlanır...
Ve ancak kendine
ihanet etmeden başka birine / bir şeye ihanet edemezsin...
Yine de bir
hapishane duvarında pencere açmaya benzer ihanet... nefes alırsın ama bedenin içerdedir...
Oysa ihanet çoğu kez umursanmamakla başlar... Umursamamakla değil...
Çünkü sadakat
kendi kriterlerindir... Bir başkasına duymuş olduğun vicdan azabın değildir.
Nasıl uzayıp
gidiyor 15 yaşından beri yaşamımda öyle ya da böyle "ihanet" var... Ve
dengenin ne yanında olursam olayım düşündüğüm şudur...
Dünyada ki tüm
zıtlıklar kendilerine ait tek bir madalyonun iki yüzüdür... Ya da tek bir çizgidir.
Tıpkı sevgi-nefret, mutluluk-hüzün, doğru-yanlış, iyi-kötü, tutku-boş vermişlik
madalyonları gibi... İhanette böyledir! İhanet ne silahtır, ne sebep, ne de
sonuç. İhanet, sadakat madalyonunun öteki yüzüdür. Yeryüzündeki tüm insanlar
onu göğüslerinde, sadakat yüzünü birbirlerine çevirerek gururla taşır. Bazense
ihanet yüzünü çevirir... Aynı madalyon hala aynı yerdedir...
O halde görmezden
gelmeye devam... Aman algılar karışmasın, yaşam zorlaşmasın... İhanetin yaratılması
değil, yaratılanın algıya seçim gibi görünmesi asıl can yakıcı olan. uzun
paragraflar bunlar ruha ağır gelir... En iyisi özet vermek yorgun yüreklere...
Zehrin sırrı ancak
içilerek çözülür. Anla yüreğim! Anla yüreğim!
Cevabını
bilmediğin tek soru ölüm mü?
Dene!