15 Ocak 2015 Perşembe

ZAMAN; SÜVEYDA...



"rengi ayırt edecek bir göz yoksa renk diye bir şey olmayacağı gibi, zamanı gösterecek bir olay olmadıkça bir an, bir saat ya da bir gün hiçbir şey değildir."

Zaman…

Zaman; uzundur çünkü sonsuzluğun ölçüsüdür. Kısadır çünkü tüm tasarılarımıza yetmez, bekleyen için yavaş, mutlu olan için çabuk, sonsuzluk kadar geniş ve bir an kadar dardır. İnsanlar onu önemsemez ama yitirilen zaman aranır. O olmadan iş yapılmaz. Kalıcı olmayan eylemleri unutturur, büyük işleri ölümsüz kılar...

İki an arasındaki en kısa mesafedir… İki an arasındaki en uzun mesafesidir.

Başkasının yalancısıyım “İzafidir”…

Uzunluğu güneşe, genişliği tutkulara bağlıdır…

Her şeyi akışına bırakmanızı sağlayan, olaylara ve insanlara asla olduğundan fazla değer yüklememenize yardımcı olan, sakin olup, ne olursa olsun ne değişirse değişsin, yanınızda sevginin, yüreğiniz de sabrınızın olduğunu bildiğiniz sürece sizin hiç bir şeye ihtiyacınız olmadığını gösteren, harika bir şey, öyle ki her şey tükenirken, sizi dürtüp, ben her şeyi ayarladım diyebilecek kadar da güvenilir bir dosttur.

Zaman; upuzun bir cümleyi tamamlayan nefestir…

Zaman kişinin olgunlaşmasında bir yardımcı değildir... Zaman seyircidir sadece... İçinde debelenip durulan bir mekândır.
İşte o nedenle zaman size “yaş” katar… Ama eğer sizde bunu algılayacak beyin yoksa ne “edep” katar, ne “adap” katar…

Zaman; uzun ince bir yol, sırat köprüsü, yalnızlık ölçü birimidir.

İnsanoğlu adlandırarak üstüne yaşamlar kurar, kendisine bağlı olan bir gerçeklik yaratır. Ne kadarına sahip olunduğu bilinmez, bundan sebep daha çok görmek, daha çok duymak, daha çok bilmek, varlığı anlamlandırmak adına mevcut tüm eğilimleri tetikler… Önce hatalar yaptırır, sonra hataları ayıklatır…

"aynı zamana ait olan her şey birbirine benzer" der… Marcel Proust…

Şimdi ki zaman o nedenle bunca yanlışın olduğu bir zamandır.  İçinde bulunduğumuz zaman “keşke” zamanıdır…
Keşke ile başlayan her cümlenin şikâyet merci zamandır…
Keşke “içli geçmiş zamandır”. Pişmanlıklarla doludur…
Keşkeler taşmaktadır sandıklardan... Hatırlanır eski günlerde, kaçırılmış fırsatlar… Yanılır, üzünülür, dizler dövülür. Kendinden bahis açıldı mı, hatırlandıkça üzeceklerin, mutlu edeceklerden ağır bastığı zamandır… Kimi kültürün ana yapısıdır.

Bu ülkede zaman “miş”li geçmiş zaman değil, “iç”li geçmiş zamandır…

Ben zamanı an be an "-bu da geçti", "-oh oh bu da geçti" diye diye yaşar sonra kendime şaşırırım. Masumiyetim de geçmiştir biraz, neşem de, güzelliğim de, hevesim de kalmamıştır pek. Tüm geçenleri o geçmiş çeperine tıkmaya uğraşırım. Hiç yırtılmaz mübarek. Öyle bir büyür ki gözümde bazen başka şey göremez olurum hatta.
Geçmeyenler süveyda: kalanlardan fazladır adeta.
Gelecek deneyimlerime de müstakbel çöp torbaları gözüyle bakarım ümitsiz zamanlarımda: henüz boş, büzgülü ve limon kokulu diye teselli bulurum.

Gün gelir yırtılası kütleyi atasım tutar. Ferahlar, havada asılı kalırım bir süre.
Yeni bir torbayı kovaya yerleştirene kadar…

Sonra geri dönüşümü keşfederim: anı daha çok tüketebilmek için sağlam bir mekanizmadır. Alinin külahını veliye, velinin geçmişini aliye...

Yeni yeni anlıyorum ki eşikten içeri hiç girmemesi gerekenler var.
Göz göre göre çöp olmasın kimi rüyalar... Zaman süpürmesin hiçbir şeyi…

"herşeyi yazarım da
zamanı yazamam
o yazar çünkü
beni." Der Oruç Aruoba…

"zaman nedir?"

"aslında zaman yoktur, o bir yanılsamadır.

Bir kuş vardır, bir uçuş... Bir de kuşu uçuran güç."

Demem o ki;
Yaşlanabilirsiniz. Bedeniniz eskiyebilir… Ruhunuz yorulabilir.  İki kapılı bu Han’ın ikinci kapısına doğru yürüyor olabilirsiniz… Ama o kapının “zamanını” bilemeyeceğiniz gibi bu kapının “zamanını” da bilemezsiniz…  Mesele o arada “doğru” yürüyebilmek…

Demem o ki ;
Geçmiş artık olmadığına göre;
Gelecek henüz olmadığına göre;
Şimdi de daha adını anarken geçmiş olduğuna göre, zaman yoktur. Ya da sadece bilişsel olarak varlığından söz edilebilir.

Demem o ki;
Zaman öyle de geçiyor
Hayat böyle de bitiyor
Bitsin umudum cennetten…

Demem o ki; Zaman süveyda…

Demem o ki; boşuna ve boş yere harcama…