12 Ocak 2015 Pazartesi

YA SABIR...



Koruğu üzüm yapan “sabrı”dır…

Oysa ben üzümden çok “koruk” halini severim… Ekşidir… Daha lezzetlidir… Elinizi yüzünüzü buruşturur ama bir tane daha yiyesiniz gelir…

Gelmez mi?

Evet, birçok insan “tatlı” üzüm’ü daha çok sever J

Benim gibi koruk severler için bu yazı…

SABIR…

Ya sabır…

Sabır pasif bir erdemdir.  Bunu etkin hale getirmek için sebat göstermek gerekir.  Tek başına bir işe yaramaz.  Hatta sebat aktif hale gelmeden adından bile söz edilmez.

Arapların sabır otu adını verdikleri bir bitki mevcuttur.  Ve bu bitki öyle böyle değil, çok acı bir tada sahiptir.  Ama yenilmesi gereken durumlar ortaya çıkar ve kişi o tada rağmen bu bitkiyi yer.  Sabır da böyledir.  İnsan sergüzeşt-i hayatında öyle şeylerle karşılaşır ki, rotası kayar, mili kırılır da yapabileceği hiçbir şey kalmaz. Bu durumu, sabır otunu yer gibi kabullenir ve yutkunur.  İşte sabır budur.

Öznelere ve nesnelere karşı, bilinen tüm höykürme ve kükreme şekilleri icra edilir ve bir müddet sonra sakinleşilip, 'sabredeceğiz, n'apalım' denilirse, bu, artık kullanılabilecek başka bir kelime bulunamadığı için sabır kelimesinin kullanıldığı bir durum olur…

Benim sabır haline geçişimde böyle olur… Yapacak bir şeyin kalmadığı karşı tarafın hali anlamadığı, olayı toparlayamadığı, muhtemelen ruhunu değiştiremediği nokta da birden ruhuma bir hal çöküyor…
Ordan sonrasında karşı tarafa kolaylıklar diliyorum… Çünkü o derece taşmış bir sabrı daha fazla taşıracak başka bir şey yapamayacağı için, yaptığı herşey sadece kendi bünyesine zarar verir oluyor…
Bir seferinde 16 yıl kendimi denemişliğim var J

Sabır; öğrenilmeyecek bir şey değildir, bir erkeğin bunu öğrenebileceği yer belki de asker ocağıdır. Günleri birer birer düşerek sabrı öğrenirsiniz orda. Sabır, kabullenmeyi değil ama göğüs germeyi öğretir.  Bir yandan da hayatı akışına bıraktırır. Olayları kontrol etmeye çalışmaktan vazgeçersiniz. Kadının ki ise hamilelik sürecidir. Size sabretmeyi öğretir… Ama derim eğer bu iki süreç gerçekten bir şey öğretebiliyor olsa, etraf mükemmel insanlarla dolu olurdu… O nedenle abartmamak lazım bu tür klişeleri…

Eğer yaşam size olayları ve insanları kontrol edemeyeceğinizi yaşattığı acılara rağmen öğretemiyorsa muhtemelen daha çok yolunuz vardır “olmaya” … Ve birçok kişi başına ne gelirse gelsin adam olmaz… Olamaz…

Hırs ve sabır yanyana gelebilirler mi bilmem… Ama bu ikili bir araya geliyorsa başarı mutlaktır. Birçok bünye de ise maalesef ikisinden biri eksiktir. Yaşamın tüm uyarılarına rağmen hırsına yenilip sabırsızlıkla hata yapan çok insan vardır…

Beklemeyi, nasıl bekleneceğini unutmuşuz.  Herşeyi hemen şimdi istiyoruz…  Telaşla istiyoruz...  Deliler gibi istiyoruz...  Bu insanlık için büyük bir kayıp. Sabırsızlık da sabır gibi bulaşıcıdır çünkü. İnsan sessizce içinde büyüyecek bir şeyi beklediğinde, gerçek kendine dönecektir. Dönmek, varmaktır. Olmaktır...
Günümüzde, bu kadar hızlı hareket ederken, isteklerimizin bu kadar hızlı gerçekleşmesini beklerken, hızlı ve kolay elde etme hevesimiz bizi dürtüklerken sahip olunması zor gelen -ve tabii özellikle günümüz şartlarında- büyük bir erdemdir...

Sabır; mukavemet arttırıcıdır, olgunlaştırıcıdır, çehrede kırışık fazlalaştırıcıdır. Katalizör gibi de denebilir bir yönüyle. Zira bir dert bitip sonlanınca tekrar yerine döner, bir sonraki derdin çözüme kavuşması için işine odaklanmaya hazır ve nazır olur… Angarya familyasına ait, iç kemirgenleri cinsinden, sonuselametgil'ler sınıfından bir (tür) his'tir. Yazarken bile içini kasandır…
Domino taşlarıyla şaheserler yaratabilmek için dikkat ve zekâyla birlikte bulunması gereken bir erdemdir. İnatla karıştıranlar var, yapmayın etmeyin. İnat sabır değildir… Çoğu kez cehaletin, hırsın gözü kör, kulağı sağır etmesidir.

Sabır; sudur… Taşmayacak kaba akması gerekir… Taşıracak kabı seçmemesi gerekir…
Taşınca çıkmaz leke bırakandır... Benim bünyemde fazla zorlamaya gelmez. Patlaması sebebiyete göre can yakabilir...

Yani benim sabır anlayışım maalesef gelişmedi…  Kulağımda babamın bir sözü çınlıyor böyle zamanlarda…

“sabır sabır ya sabır, üçüncüde vur yatır.”

Bu sabır denilen erdeme ulaşmak öyle kolay değildir.
Kimi erdem dese de, kimi sonu selamet dese de, zordur…
Mayanıza bundan katılmışsa, ortalık test etmek isteyenle dolar sanki.  Uyarmanıza rağmen, bile bile ve düşüncesizce üzerinize gelenler… Anlattığınızı inatla anlamamaya gayret edenler, hırslarını kontrol edemeyenler… Toplumun iç bunaltan kuralları içerisinde yaşamaya çalışmak, TV’yi her açtığında ismi bende kalsın hep aynı bıyıklı şerefsize denk gelinmesi, hep kontrol dışı olarak bir şeylere, birilerine maruz kalma, sığınağında bile bunların gelip bir şekilde seni bulması… Sen sabrettikçe dozajın gittikçe artması… Bunlar sabrın “sınavıdır”

Sabrın sonu selamet diyen atayı eşşekler kovalasın. Sabrın sonu bazen cinnettir.  Erdem falan da değil, enayiliktir. Rahatsız mı ediyor seni birisi, sen de en özeline, en kutsalına küfür et, çomak sok. Devam mı ediyor, al kafasını çarp duvara, at pencereden aşağı, arkasından da seslen
“çok sabrettim sana ama sondu bu, hadi selametle.”

Ben koruk severim demiştim…  Ayrıca azizde değilim… Sevgiler J

Bitirirken ben susayım “PİR SULTAN ABDAL”  bir şey desin…

“Yorulan yorulsun ben yorulmazam
Derviş makamından ben ayrılmazam
Dünya kadısından ben sorulmazam

Kalsın benim davam divana kalsın."