Şöyle çiçeklerden, böceklerden başlayıp
yazayım diyorum…
Aşk, meşk… Güzellikler olsun yazıda… Sonra oturuyorum klavyenin başına aklıma
gelenler geliyor…
Çiçeklerden yazıcam… Gülün demet fiyatı
geliyor aklıma…
Böceklerden bahsetsem… Yerinde olur da birçok
kişi hakaret sayar…
Aşk’tan bahsetmeye kalksam… Yazmanın kurallarından
biridir. “İnanmadığınız şey hakkında yazamazsınız”
Meşk… Desem… Ses ses değil…
İşte bu noktada aklıma “insan” geliyor… Güzel
şeylerden bahsetmemi engelleyen “insan”
Kızgınım ulan topumuza…
Ülkesine, çevresine, kendisine, arkadaşına, kardeşine,
anasına, babasına, evladına zarar veren bu türden fena halde sıdkım sıyrılmış
durumda…
“Kuyu kazmak” “Arkadan konuşmak” “Fitne fücur”
“İnsan kayırmak” “İnsan ayırmak” “Yalakalık” “Fenalık” “Hırs” “Düşmanlık” “Kıskançlık”
“Şiddet” yazsam sayfa dolacak hepsi var ulan bünyelerde… Bazıları toplu kokteyl…
İş hayatının, plaza kökenli iş dünyasının
olmazsa olmazı bu insanlar… Her büroda, her iş yerinde birkaç böyle abi ve abla
olmasına alışığız zaten. Ortak
özellikleri kulis yapmak, kariyer yapmak için karşındakinin kuyusunu kazmak… Elbette
insanın sürekli yükselme, daha fazlasını isteme arzusunu yenemediği müddetçe
yapacağı eylemdir bu…
Bünyemin terbiye olmamış yanlarına baktığımda
görüyorum ki ne vakit önüme bu örneklerden çıksa bende gaza gelip karşı atağa
kalkıyorum. Öğrenme umudundayım böyle insanlara karşı ruhumun huzurunu korumam
gerektiğini… Ama olmuyor… Benim bünyem
haksızlığa, yalan dolana tepki veriyor…
Bu ilkeyle yaşayanlar benim için şu cümle ile
açıklanır… “ Adam olamadım bari kariyer sahibi olayım”
Olurlar da… Çünkü dehşetle seyrettiğim durum
şudur… Bu tarz insanlar karşısında çaresiz kalır ortamı terk edersiniz. Öyle
edepsiz ve belden aşağı vurabilen insanlardır ki… Sizin aklınıza gelmez
olabilecekler… Onların kitabında söylenmeyecek bir şey yoktur. Yapılmayacak dedikodu yoktur…
Kuyusu kazılmayacak insan yoktur. İş hayatımda şirket sahibinin kuyusunu
kazmaya çalışan salaklar var hafızama yazılmış... Ulan şirket adamın… J
Hani bir hikâye vardır, iş başvurusu
yapanlara sormuşlar 2 kere 2 kaç eder diye ve en popüler cevap 4 olmuş ancak
"siz kaç olmasını istersiniz?" diye cevap veren adayı işe almışlar. İşte
bu ülkedeki yöneticilerin en sevdiği hikâye budur, ister teknik bir iş olsun
ister hizmet sektörü, ister sağlık hatta bilim ve ekip kurulumunda bu argümanla
yola çıkarlar, ne bildiğin veya neyi yapabildiğin değil, nasıl ayar verdiğindir
konu ki bu herkesçe bilinmesine rağmen iş hayatının bilinmeyen
gerçeklerindenmiş gibi yapılır.
O nedenle kendi kurduğum ekiplerde bana
sürekli “sen bilirsin şefim” diyenin en çok arkamdan iş çeviren olduğunu hep
bilirim…
Ve iş hayatında bir kural daha vardır hiç
sekmez… "hakkında dedikodu yaptığınız kişi mutlaka bundan haberdardır / ya
da çok yakında haberdar olacaktır...
Çünkü bu tarz durumlarda yanlış yapan yanlışı
illaki bir diğer yanlış insanla yapar… İki yanlıştan bir doğru çıktığı da hiç
görülmez… İlla bir yanı aksar…
Bir süredir homeoffice çalışarak kendi işimi
yapıyorum. Dolayısıyla iş dünyasının bu iğrenç çarkından uzaklaşmayı becerdim. Evet,
bazıları için çalışmıyor sayılıyorum, bir büro olmasından daha zor yürüyor
işler… Özellikle iş alma aşaması daha fazla güven gerektiriyor. Ama ben huzurla çalışıyorum daha fazla iş
üretiyorum. Çünkü birlikte iş yapılırken karşıma çıkan bu kitleden uzakta iş
yapıyorum…
Büyük işler böyle yapılmıyor ama bende “kariyeri”
yemişim… Adam olabilecek miyim diye bakıyorum… Mesele başarı için ayak
kaydırmak, kuyu kazmaksa evvallah birçoğundan iyi yaparız da…
Bir gün ayna da kendimize bakıp rahatsız
olmaktır korkumuz…
Yine de ucundan bucağından yaşamıma sıdkımın
sıyrıldığı şeyler bulaşıyor…
Şöyle aşk, meşk yazsam daha çok okunurdu amma
velakin malzemenin bu olduğu insan dünyasında ne derece doğru bir aşk olabilir
ki…
Kendini kendi aynasında gören herkesin
kendini sonsuz haklı bulduğu bir dünya da ne derece huzur olabilir ki…
Çek bir selfie karşılaş kendinle sen kimsin?