2 Temmuz 2015 Perşembe

KARA KOYUN...



“Kimlik, insanın zamanın içindeki incelişinde onu dünyaya bağlayan bir ayna.”
Diyor Amin Maalouf Ölümcül Kimliklerde…

İnsanın dünya üzerinde kim’ oluşuna aradığı “lık” takısı Kimlik…
Bir kapıyı çaldığınızda kaçınız içeriden gelen “kim o ?” sorusuna “BENİM” diye yanıt veriyor…
Belki ağız alışkanlığı belki de soruyu duymamak… Oysa soru “sen misin ?” değil… Kim o?

İnsanlar en temel ihtiyaçlarını giderdikten sonra kendilerini tanımlama ve konumlandırma ihtiyacı duyuyorlar… Bu onların kimliği olarak beliriyor kanımca. Mesleğimiz, kariyerimiz, girmeye hak kazandığımız kurumlar kimliklerimizi belirliyor. Hayatında kendi başına hiç bir şey başaramamış bireyler, kimlik gereksinimlerini doğuştan getirdikleri ya da kazanabilmek için hiçbir çaba göstermelerine gerek duyulmayan kimliklerde gideriyorlar.

Dinimiz, milliyetimiz, tuttuğumuz takım gibi… Genelde bu ikinci gruba dâhil bireyler, benimsedikleri ve kendi kişiliklerinde ön plana çıkardıkları bu kimliklerin fanatik destekçisi oluyorlar.

Köktendincilik, ırkçılık, holiganizm hep bu kimlik arayışının tatmin edilememesinin yarattığı, şiddeti ve hoşgörüsüzlüğü de beraberinde getiren toplumsal yönelimler olarak önümüze çıkıyor.

Kim o? Sorusunun yanıtının “ben” olması sadece varlığımızı bedensel olarak ortaya koyuyor oysaki “Özne” olan biz bu ben cevabında “kimliksiz” kalıyoruz…
Şüphesiz parmak izi sahip olduğumuz en değişmez, en sağlam kimliktir. Ne kaybetme olasılığı vardır, ne de değiştirme... Yani tıbbi olarak ya da kriminal olarak hata yapıyor olabilirim ama kişiliğimizin oluşturduğu kimliğimizden daha net olduğu kesindir.

Ben kimim?
Oğluma, kızıma göre anne… Bir başkasına göre evlat… Bir başkasına göre abla… Bir diğerine göre dost… Bir başkası için sevgili, eş, kadın… Birilerine göre bir çokbilmiş… Bir diğeri için komik bir kadın… Birileri için şerrinden korkulacak bir huysuz… Belki de birileri için hakkımda yalan yanlış konuşulacak bir düşman… Bazıları içinse kendi kimliklerinin çarptığı bir duvarım… Ama ben “kimim ben” sorusuna verilecek yanıtların içinde bir tanesinden çok eminim… Yaşamında riyakâr, hırslı, açgözlü, kalbi kötülükle dolu ve etrafını kendi gibi insanlarla dolduran insanları istemeyen biriyim… Yani bu devrin prim yapan insan profili hiç bana göre değil…
Hoş bende onlara göre değilim…

Yaşam daima iki-üç yol veriyor her karar öncesinde… Ben elden geldiği kadar etrafıma düzgün insanları toplayarak ilerlemeyi tercih ediyorum…
Yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşımı bir yere davet ettiğimde "ben sıkılırım orada… Senin arkadaşların var, ben onlara uyamam" demişti… O güne kadar arkadaşlarım arasında böylesi bir uyum problemi yaşatacak farklılıklar olduğunu hiç düşünmemiştim… O gün bir şeyi sorgulattı bu söz bana…

Ben “kimlerle arkadaşım”…

Ve o günden beri etrafıma insanları seçerken bir tek şeyi temel alıyorum… "İçi dışı bir olsun…" 
Üniversiteler okumuş bir kadın olarak; önce hayatımdan okumanın insan olmaktan üstün olduğunu zannedenleri uzaklaştırdım… Sonra hayatımıza sevgimiz ve güvenimizle aldığımız, ekmeğimizi, evimizi, duygularımızı evladımız, kardeşimiz gibi paylaştığımız ama iş çıkarların çatışması noktasına geldiğinde kadirşinaslığı bir anda unutanları eledim… Sonra etrafımdan kendi başarısızlıklarını başkalarının başarılarını kötüleyerek kapatmaya çalışanları temizledim... Kadınlarla ilişkilerinde sürekli yalan söyleyen erkeklerle dost dahi olmamaya dikkat ettim, erkeklerle ilişkilerini olası çıkar hesapları üzerine kurma alışkanlığına sahip/ bir kısmı namusluyla evli kadınları (namuslu ve evli demek değil bu kendi namusuyla evli demek) çıkardım yakın alandan… En içten duygularımı anlattığım buna rağmen o duygularla beni sırtımdan vurmaya çalışan birkaç eski/ yakın insanı da eledim… Çalışma hayatımda kime destek olduysam önce onun bana zarar verdiğini gördüm… Çalışma ortamında dostluk kurmamaya karar verdim…
İnsanların birbirlerini ne kadar kolay aldattığını gördüğümde bende denedim… Beni aldattığını sananların ruhu bile duymadı aldatıldıklarında…
Ve sonra bir gün baktım ki kimseye güvenmiyorum…
Kimseye inanmıyorum…

Çünkü baktığım her yerde maalesef ki eksik, yarım rahatsızlık veren insan ilişkileri görüyorum…

Zaman zaman insanlara çok zarif ve kibar davranamıyorsam sebebi budur… Çünkü ben çoğu kez insanların birbirlerini idare ederken samimiyetsizliklerini görüyorum… Annesinin arkasından konuşan evlatlar görüyorum… Eşini bir koca masa kadının yanında yerin dibine sokan, akşam kapıyı “aşkım” diyerek açan kadınlar görüyorum… Üç gün önce hakkında bir sürü laf ettikleri insanlara işleri düştüğünde “canımsın” diyenler görüyorum…

Sonra kapıyı çalana “kim o” dediğimde birileri “benim” diyor…

Sahi beyan ettiğiniz “siz” gerçek “siz misiniz?”

Bazen sizin kendinize uyan bir kostüm gibi seçtiğiniz; cinsiyetiniz, mesleğiniz, eğitiminiz, okuduğunuz kitaplar, izlediğiniz filmler, dinlediğiniz müzik, hoşlandığınız artistler, politik fikirleriniz, ayakkabılarınız, başörtünüz ya da dekolte kıyafetiniz sizin kimliğiniz… Ve bazen de olaylar karşısında durduğunuz yer, seçtiğiniz insanlar, durduğunuz taraf sizin kimliğiniz… 
Siz bana tüm zarafetiniz ve mükemmel, eşitlikçi yaklaşımınızla gelseniz de eğer insanları sevmeyen, hırslı, baştan ayağa yapmacık bir takım insanlara “canım” diyor, yaşamınızda taşıyor, bilmem hangi çıkarlarınız için idare ediyorsanız… Siz benim için “kimliksiz bir bireysiniz”. Elbette o ya da bu nedenle bu tarz insanlarla aynı ortamları paylaşıyoruz ama iş ya da sosyal ortamda illa ki zararlı olacak bu insanları çıkarlarınız için yedekleyen, taşıyan, onların kötülükleriyle açtığı yoldan bir yere ulaşmaya çalışan insanlardan biriyseniz muhtemelen zaten arkadaş değiliz… Ya da tanışıyoruz ama benden haz etmiyorsunuz…

Kimliksiz insan çoğul ve akışkandır. Bulunduğu kabın şeklini alır. Ama bazılarınınkine bulundukları kap yetmez, taşar, başka başka kaplarda kendilerine yer açarlar. Kiminin mevcudiyeti kabın yarısını bile dolduramazken, o kap kendi kabıymış gibi davranır…

Amin Maalouf ‘un Ölümcül Kimlikler kitabında dediği gibi " bir insanın kimliği, başına buyruk aidiyetlerin birbirine eklenmeleri demek değildir, kimlik bir yamalı bohça değildir, gergin bir tuval üzerine çizilen bir desendir; tek bir aidiyete dokunulmaya görsün, sarsılan bütün bir kişilik olacaktır "

Sarsılmayan kimlikler için ne yapmalı sorusunun yanıtı hayli derindir…
Benim vakıf olabildiğimden derindir…
Kimliğin önemini sorguluyorum zaman zaman...
Bu kadar mühim olmalı mı acaba…

Yani… Kendini, dünya üzerinde konumlandırmak, bir şeylerin dahilinde sabitlenip, bir şeylerin haricinde bulunma lüksünü stabil kılmak…

O kadar mı mühim olmalı acaba hakikaten…
Yani bunca Kimliksiz bireyinde bir bildiği vardır herhalde... Onca sineğin boka konarken bir bildiği olduğu gibi...

Ama anladığım şu ki kişinin kimliği olmak istediği insanla, olabildiği insanın buluşma noktasıdır…

Ben kapıyı bir çaldığımda içeriden gelen “Kim o?” sorusuna cevabım; kendimden ve içeridekinden korkmadan Emine’dir…