“Kimlik, insanın zamanın
içindeki incelişinde onu dünyaya bağlayan bir ayna.”
Diyor Amin Maalouf Ölümcül
Kimliklerde…
İnsanın dünya üzerinde kim’
oluşuna aradığı “lık” takısı Kimlik…
Bir kapıyı çaldığınızda
kaçınız içeriden gelen “kim o ?” sorusuna “BENİM” diye yanıt veriyor…
Belki ağız alışkanlığı belki
de soruyu duymamak… Oysa soru “sen misin ?” değil… Kim o?
İnsanlar en temel
ihtiyaçlarını giderdikten sonra kendilerini tanımlama ve konumlandırma ihtiyacı
duyuyorlar… Bu onların kimliği olarak beliriyor kanımca. Mesleğimiz, kariyerimiz,
girmeye hak kazandığımız kurumlar kimliklerimizi belirliyor. Hayatında kendi
başına hiç bir şey başaramamış bireyler, kimlik gereksinimlerini doğuştan
getirdikleri ya da kazanabilmek için hiçbir çaba göstermelerine gerek duyulmayan
kimliklerde gideriyorlar.
Dinimiz, milliyetimiz,
tuttuğumuz takım gibi… Genelde bu ikinci gruba dâhil bireyler, benimsedikleri
ve kendi kişiliklerinde ön plana çıkardıkları bu kimliklerin fanatik destekçisi
oluyorlar.
Köktendincilik, ırkçılık, holiganizm
hep bu kimlik arayışının tatmin edilememesinin yarattığı, şiddeti ve
hoşgörüsüzlüğü de beraberinde getiren toplumsal yönelimler olarak önümüze
çıkıyor.
Kim o? Sorusunun yanıtının
“ben” olması sadece varlığımızı bedensel olarak ortaya koyuyor oysaki “Özne”
olan biz bu ben cevabında “kimliksiz” kalıyoruz…
Şüphesiz parmak izi sahip
olduğumuz en değişmez, en sağlam kimliktir. Ne kaybetme olasılığı vardır, ne de
değiştirme... Yani tıbbi olarak ya da kriminal olarak hata yapıyor olabilirim
ama kişiliğimizin oluşturduğu kimliğimizden daha net olduğu kesindir.
Ben kimim?
Oğluma, kızıma göre anne…
Bir başkasına göre evlat… Bir başkasına göre abla… Bir diğerine göre dost… Bir
başkası için sevgili, eş, kadın… Birilerine göre bir çokbilmiş… Bir diğeri için
komik bir kadın… Birileri için şerrinden korkulacak bir huysuz… Belki de
birileri için hakkımda yalan yanlış konuşulacak bir düşman… Bazıları içinse
kendi kimliklerinin çarptığı bir duvarım… Ama ben “kimim ben” sorusuna
verilecek yanıtların içinde bir tanesinden çok eminim… Yaşamında riyakâr,
hırslı, açgözlü, kalbi kötülükle dolu ve etrafını kendi gibi insanlarla
dolduran insanları istemeyen biriyim… Yani bu devrin prim yapan insan profili
hiç bana göre değil…
Hoş bende onlara göre
değilim…
Yaşam daima iki-üç yol
veriyor her karar öncesinde… Ben elden geldiği kadar etrafıma düzgün insanları
toplayarak ilerlemeyi tercih ediyorum…
Yıllar önce çok sevdiğim bir
arkadaşımı bir yere davet ettiğimde "ben sıkılırım orada… Senin arkadaşların var, ben onlara uyamam" demişti… O güne kadar arkadaşlarım arasında böylesi bir uyum
problemi yaşatacak farklılıklar olduğunu hiç düşünmemiştim… O gün bir şeyi
sorgulattı bu söz bana…
Ben “kimlerle arkadaşım”…
Ve o günden beri etrafıma
insanları seçerken bir tek şeyi temel alıyorum… "İçi dışı bir olsun…"
Üniversiteler okumuş bir kadın olarak; önce hayatımdan okumanın insan olmaktan
üstün olduğunu zannedenleri uzaklaştırdım… Sonra hayatımıza sevgimiz ve
güvenimizle aldığımız, ekmeğimizi, evimizi, duygularımızı evladımız, kardeşimiz
gibi paylaştığımız ama iş çıkarların çatışması noktasına geldiğinde
kadirşinaslığı bir anda unutanları eledim… Sonra etrafımdan kendi
başarısızlıklarını başkalarının başarılarını kötüleyerek kapatmaya çalışanları
temizledim... Kadınlarla ilişkilerinde sürekli yalan söyleyen erkeklerle dost
dahi olmamaya dikkat ettim, erkeklerle ilişkilerini olası çıkar hesapları
üzerine kurma alışkanlığına sahip/ bir kısmı namusluyla evli kadınları (namuslu ve evli demek değil bu kendi namusuyla evli demek) çıkardım
yakın alandan… En içten duygularımı anlattığım buna rağmen o duygularla beni
sırtımdan vurmaya çalışan birkaç eski/ yakın insanı da eledim… Çalışma
hayatımda kime destek olduysam önce onun bana zarar verdiğini gördüm… Çalışma
ortamında dostluk kurmamaya karar verdim…
İnsanların birbirlerini ne
kadar kolay aldattığını gördüğümde bende denedim… Beni aldattığını sananların
ruhu bile duymadı aldatıldıklarında…
Ve sonra bir gün baktım ki
kimseye güvenmiyorum…
Kimseye inanmıyorum…
Çünkü baktığım her yerde
maalesef ki eksik, yarım rahatsızlık veren insan ilişkileri görüyorum…
Zaman zaman insanlara çok zarif ve kibar
davranamıyorsam sebebi budur… Çünkü ben çoğu kez insanların birbirlerini idare
ederken samimiyetsizliklerini görüyorum… Annesinin arkasından konuşan evlatlar
görüyorum… Eşini bir koca masa kadının yanında yerin dibine sokan, akşam kapıyı
“aşkım” diyerek açan kadınlar görüyorum… Üç gün önce hakkında bir sürü laf
ettikleri insanlara işleri düştüğünde “canımsın” diyenler görüyorum…
Sonra kapıyı çalana “kim o”
dediğimde birileri “benim” diyor…
Sahi beyan ettiğiniz “siz”
gerçek “siz misiniz?”
Bazen sizin kendinize uyan
bir kostüm gibi seçtiğiniz; cinsiyetiniz, mesleğiniz, eğitiminiz, okuduğunuz
kitaplar, izlediğiniz filmler, dinlediğiniz müzik, hoşlandığınız artistler,
politik fikirleriniz, ayakkabılarınız, başörtünüz ya da dekolte kıyafetiniz sizin kimliğiniz… Ve bazen de olaylar karşısında durduğunuz yer, seçtiğiniz
insanlar, durduğunuz taraf sizin kimliğiniz…
Siz bana tüm zarafetiniz ve mükemmel, eşitlikçi
yaklaşımınızla gelseniz de eğer insanları sevmeyen, hırslı, baştan ayağa
yapmacık bir takım insanlara “canım” diyor, yaşamınızda taşıyor, bilmem hangi
çıkarlarınız için idare ediyorsanız… Siz benim için “kimliksiz bir bireysiniz”.
Elbette o ya da bu nedenle bu tarz insanlarla aynı ortamları paylaşıyoruz ama
iş ya da sosyal ortamda illa ki zararlı olacak bu insanları çıkarlarınız için
yedekleyen, taşıyan, onların kötülükleriyle açtığı yoldan bir yere ulaşmaya
çalışan insanlardan biriyseniz muhtemelen zaten arkadaş değiliz… Ya da
tanışıyoruz ama benden haz etmiyorsunuz…
Kimliksiz insan çoğul ve
akışkandır. Bulunduğu kabın şeklini alır. Ama bazılarınınkine bulundukları kap
yetmez, taşar, başka başka kaplarda kendilerine yer açarlar. Kiminin
mevcudiyeti kabın yarısını bile dolduramazken, o kap kendi kabıymış gibi davranır…
Amin Maalouf ‘un Ölümcül Kimlikler
kitabında dediği gibi " bir insanın kimliği, başına buyruk aidiyetlerin
birbirine eklenmeleri demek değildir, kimlik bir yamalı bohça değildir, gergin
bir tuval üzerine çizilen bir desendir; tek bir aidiyete dokunulmaya görsün,
sarsılan bütün bir kişilik olacaktır "
Sarsılmayan kimlikler için
ne yapmalı sorusunun yanıtı hayli derindir…
Benim vakıf olabildiğimden
derindir…
Kimliğin önemini
sorguluyorum zaman zaman...
Bu kadar mühim olmalı mı acaba…
Yani… Kendini, dünya
üzerinde konumlandırmak, bir şeylerin dahilinde sabitlenip, bir şeylerin
haricinde bulunma lüksünü stabil kılmak…
O kadar mı mühim olmalı
acaba hakikaten…
Yani bunca Kimliksiz bireyinde bir bildiği vardır herhalde... Onca sineğin boka konarken bir bildiği olduğu gibi...
Ama anladığım şu ki kişinin
kimliği olmak istediği insanla, olabildiği insanın buluşma noktasıdır…
Ben kapıyı bir çaldığımda
içeriden gelen “Kim o?” sorusuna cevabım; kendimden ve içeridekinden korkmadan Emine’dir…