"insanları genelde yalan söylediklerinde
dinlemeyi severim, olmak istedikleri ama olamadıkları insanı anlatırlar."
Boyum 1.70 ve 50 kiloyum… Desem?
Çok açık ve net görünen bir “yalan” bu değil mi?
Böyle bir cümlede
mesele yalanda değildir zaten. Bakarsın ve görürsün gerçeği, böyle bir cümlede
mesele “sebeptedir”. Bir insanın bu kadar net insanların gördüğü bir şey için
yalan söyleyebilmesindedir.
Oysa kimi yalanlar
bu kadar net görünmeyen şeyler konusundadır.
“kim” olduğunuz
“ne”
olduğunuz
“nasıl” olduğunuz…
Tüm bunlar herkes
tarafından aynı netlikle görünmezler, görünemezler. Bunlar konusunda konuşmak
kolaydır. Farklı beyanlarda bulunmak, olmadığınız gibi davranmak… Ve bazen buna
yalan bile diyemezsiniz. Görürsünüz, farkedersiniz bile bile göz yumarsınız. En
fenası, en yaralayanı gözlerinin içine baka baka, göz göre göre, eşşek yerine
koyulurcasına işitilenidir…
Bir insanın kendini
olduğundan ve farklı göstermeye çalışması bunun için gösterdiği çaba bana her
zaman olaylar ve durumlar hakkında söylenen yalanlardan daha tehlikeli
gelmiştir.
Kişinin olup biteni,
kişisel bir takım yaratıcı ıvır zıvırla stratejik anlamda kendi
lehine/aleyhine, nihayetinde çoğunluğun ya da evrensel gerçeklik muhtarının
'aha da budur, bu oldu' deyip üzerine damgasını basmayı seçeceği bir varolma
biçiminin dışına, söz konusu biçimden farklı bir yöne çevirmesi olasıdır. Beceriniz
oranında yalancısınızdır.
Ama yalan kişiye
vurulan bir damgadır neticesinde. İnsan
hafızasının çağırdığı her hikâyeyi, her çağırışında tekrar tekrar
yapılandırarak anlatan bir düntutma kasası, bir geçmiş zaman nanesi olduğu
düşünüldüğünde, o meşhur, o erdemli doğruyu ifade edebilmek yani olanı biteni
tıpkıvarolduğu gibi anlatmak; bir balinayı bale pabuçları giydirip pointe kaldırabilmek
kadar mümkün olacaktır.
Yani zihnin süper
erdemli doğruluğu zaten baştan mantardır. Her şey, hatta varlığı zıvanadan
çıkmışçasına sabitlenmeye çalışılan ve belki de başarılan en keskin, en artist
önermeler bile, akla her geldiğinde yeniden şekil alır. Ama bir sorun vardır…
Bunlar bellekte yeri çok kısa bir süre için kalan, unutulmaya mahkûm gerçek
dışı, senaryolardır.
Yani unutursunuz…
Yalancı adam ettiği lafı elbet unutur ve her defasında farklı bir şey anlatır…
Yalanın kendini imha süresi vardır. Ve dolayısıyla sahibini de imha eder.
Ve yalancıysanız,
bugün yarın ya da yarından yakın ne mantar bir kişilik olduğunuz ortaya çıkar.
Kendinize gerçekte olduğunuzdan farklı bir görüntü, farklı bir içerik katmaya
ve bunu karşıya kazıklamaya çalıştığınızda da durum aynıdır. Bu mantar kişilik
önce bir amaca hizmet etse de sonra kullanım dışı kalır.
Yalan; biri diğerine
sebep olan, o yüzden genelde zincirleme şekilde birbirini izleyen, söyleyene zekâ
seviyesi ve kapasitesine göre az ya da çok zaman kazandıran bir nevi hayata
karşı çalım, manevradır.
Ruhsatsız bir yapı inşa
edip malzemeden çalmaktır… Çökme riski olur ki bu da kötü bir şeydir. Neticesinde
o çöküğün altında illa ki birileri kalacaktır. Sahibi dâhil…
Yalanın eşlik
komitesi kalabalıktır… Hırs, kıskançlık, kompleksler, zavallılık yani kişiliğinizin
tüm zerzevat yanları yalanın yanındadır.
Ve yalan eninde
sonunda sizi güvenilmez ve aciz kılar.
Hamiş; Daha önce de
yazmıştım yineleyeyim… Azını söyleyen, çoğunu da söyler. Az sevdiğine söyleyen,
çok sevdiğine de söyler. Mesleğinde söyleyen, özel hayatında da söyler. Ailesine
söyleyen, eşine de söyler. Pembesini, beyazını sürekli söyleyen, alını,
karasını da söyler. Bir kere söyleyen, hep söyler...
Bütün profesyonel
mantar kişiliklere gelsin bu yazımda…
Ama unutmayın…
"en iyi yalanları hep kendimize saklarız"