1 Ekim 2014 Çarşamba

DÜNE DAİR...

fotoğraf: Tolga Şenergüç


Bazen gün öyle bir başlıyor ki…

Ya da öyle bir bitiyor ki… Yaşamın gereği gün içinde güzellikler olduğu kadar 
insanı çileden çıkaran, yaşamdan bezdiren şeylerde oluyor.   

Hani demiş ya…

“Dünle beraber
Gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım.”

Dün öyle bir gündü…

İş, arkadaşlar, aile… Yollar, toplantılar halden mutlu fotoğraflar… Ama gel gör ki bazen dışı başka,  içi başka yaşamın… Dün öyle bir gündü. Sabır zorladı dün yaşam… Büyüklerin yanlışlarını küçükler topladı dün.

Bir ufak maruzatım var abiler ablalar düne ve dün gibi günlere dair… ve neden olanlara dair.

Yaşam dediğin gönül kırmak için kısa, bir gün varız ertesi gün yokuz… Bakacağın surata tükürme… vs. vs. ne çok söz var böyle… Atasözü, ana sözü, ileti, alıntı, kaşıntı…

Dünü dünde bırakıp, ruhumu dinlendirip, huzurla uzun uzun uyuyup, sabah dolmuşa bindiğimde yanıma oturan bebeğini “kırk gezmesine” annesiyle birlikte çıkarmış taze anneyle karşılaşana kadar derin bir “oh be dünya varmış” halindeydim.  Ama sonra ne oldu… O iki kadın ve bebek bana bir gün önce yaşadığım tüm sıkıntıların cevabını verdiler.
“çünkü bir kısmımız o anne ve ananeler tarafından büyütülüp, tüm iyi niyetleriyle salaklaştırılıp yaşama öyle sürülüyoruz”

Bornova’dan Karşıyaka’ya gelene kadar genç anne ve ananesinin kurbanda giremedikleri dana, kesecekleri kuzu, geçen senenin kemiksiz 50 kilo gelen danası, Beyza’nın (soyadını bile verebilirim ama Beyza alınır dedikodu olmasın diye vermiyorum) giremediği danaya kadar ne çok salak şey dinledim… Üç gün önce yokluk içinde iki odada yedi çocukla yaşayan, koca danalar hayatının her yerine kaçmasına rağmen evine gelen misafire bir bardak çay vermek için parçalanan o güzelim kadınları anımsayıp “ver lan o çocuğu mundar edeceksin belli” dememek için kendimi zor tuttum.

İş kadında başlayıp, kadında bitiyor…

Hayatımıza kâbus olacak her şeyi biz yaratıyor ve yetiştiriyoruz ya da sahipleniyor ve barındırıyoruz hayatımızda. Annelik düşünülenin aksine bir içgüdü değildir... Zor bi zanaattır... Bugün gördüğüm genç kadının o çocuğun bakım ihtiyaçlarını sonsuz karşılayacağına eminim… Üstüne titreyecek oğlunun, soğuktan, sıcaktan sakınacak, ayazlarda bırakmayacak, sırtını sıvazlayacak… Hırslandıracak, büyüdüğünde danaya girmesi gerektiğini öğretecek…  Ve o delikanlı olur a ruhunu bambaşka bir diyardan getirdiyse bu diyara ve içinde farklılıklar, farklı olabilme cesareti barındırıyorsa... İki arada bir derede kalacak… Birçoğumuz gibi… Bu coğrafyadaki birçok insan gibi…

Ben dün o iki arada bir derede kaldım… Dün benim doğrularım dünyaya uymadı… Bu dünyanın doğruları bana uymadı.

Ben dün sırrına vakıf olamadım bu dünya işlerinin. İnsanın insana olan hırsını anlayamadım. Hoş ben bunu bir önceki günde anlamamıştım… Daha önceki günde anlamıyordum…

Ben bunca terapiye, kişisel gelişim programına, TV programına, ben oldum, akıllıyım triplerine nasıl olup da insanların bu derece kendini göremediğini anlayamadım… Anlayamıyorum.

“VAKIF OLMAK”  kanımca üzerinde derinlemesine düşünülmesi gerekilen bir şey… Kendine, yaptığına, yaptıklarının doğuracağı sonuçlara, başkalarına vereceği zararlara…

Vakıf olmak… Arapça "vakfa" dan geliyor. Kalmak, durmak anlamına geliyor vakfa. Yani kelime diyor ki bir düşün… Önce düşün sonra yap, sonra konuş…

Hamiş; dün geçti gitti. Bugünde geçer yaşam daha birçok kendine vakıf olamamış insan çıkarır karşımıza… Yolda, işte, otobüste, dolmuşta, bir arkadaş toplantısında, en sevdiklerimizin yanında… Mesele onları düzeltmek değil bunu gördüğünde tanıyıp ederinden fazla değer vermemek belki de…
“Her gün bir yerden göçmek
Ne iyi

Her gün bir yere
Konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan
Akmak ne hoş

Dünle beraber
Gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa
Düne ait
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım.

Mevlana Celâleddin Rumi