Yazmak nefes almak demek…
Kusurlu bir hayattan kusursuz bir yapı çıkarmak işi… Gece araba
sürmek gibi uzağı göremediğiniz, yol alırken yolunuzu aydınlattığınız bir şey
yazı yazmak.
Çoğu zaman başladığımda bilmiyorum nereye gideceğimi… Bambaşka bir
düşünce ile oturuyorum yazının başına… Sonunda geldiğim nokta bazı zamanlarda
beni bile şaşırtıyor…
Birine bir şey mi dedin sorusuna cevap… Kendim dâhil bir şeyler
dedim işte… Ama yazarken şuna da şunu diyeyim demedim hiç…
“hırslı kadınlar ve gevşek adamları sevmem” yazdım diyelim.
Böyle ağır cümleyi kim okur ve benden bahsediyor derki… Diyen varsa da kanımca
o kişi benden fazla kendinin farkındadır. Ben bunu demişim dememişim, yazmışım
yazmamışım ne fark eder ki…
Hepimiz yanlışlar yapmıyor muyuz? Yazarken bir başkasının yanlışını yazmayı
düşünmüyor insan kendi yanlışının sebebini bulmayı düşünüyordur olsa olsa.
O çok anlamlar yükleyip övdüğümüz, hayatımızda süper bir
karizmaya sahip olduğunu düşündüğümüz kalemin şerefsizliği yüzünden, beynimizde
uçuşan en bi karizmatik, en bi duygusal, en bi taşı gediğine oturtan
kelimelerimiz; uçar gider bazen. Zihnimde uçuşmakta olan fikirlerin,
cinliklerin, iç hesaplaşmaların, parmaklardan dökülen somut halidir yazılar…
Hayatımı bir arada ve dengede tutandır. Anlamamı sağlayan,
susabilmem için ellerini ağzıma kapayandır. Yalnızlığımı nasıl kullanmam gerektiğini öğreten,
kapısını bana hiç kapatmayan tek aşktır. İlk önce ben okurum yazdığımı... Severim
bir daha okurum sevmezsem direk çöpe yollarım sever gibi olursam biraz
değiştirir yeniden yazarım. İroniler içerir yazı yazmak. Vazgeçmeleri, gidip
gelmeleri içerir yazı yazmak. İkircikler dünyasıdır. Duygular içerir yazı
yazmak. Her türlü duygu… Aşk, öfke, sevgi, hüzün, yalnızlık… Yanyana dizersiniz kelimeleri, ruhunuz
özgürleşir… Ruhunuz özgürleştikçe daha çok yazarsınız...
Bazen sadece kendiniz
için yazarsınız, bazen de anlaşılmak istediğiniz için…
Bazen anlaşılmak bazen anlamak istersiniz… Yıllarca kimseye okutmadığım
yazılar yazdım ama artık yazdıklarımın okunmasını seviyorum. Okuyan herkesle
arkadaşlık ediyormuşum gibi geliyor.
Kierkegaard'ya göre can sıkıntısına ilaç vazifesi gören yazmak benim
için boşlukları doldurmak için gerekli…
Öyle kıskandığım yazılar var ki… Muhteşem kitaplar, şiirler
yazan insanlar var. O yüzden yazdıklarımı edebiyatla ilişkilendirecek değilim.
Bu evde sıkıldığı için resim yapan insanların yaptıkları yaratıcılık içermeyen
çizimleri sanat eseri saymasına benzer… Bu iki çiçek fotoğrafı çekip kendini
fotoğraf sanatçısı saymaya benzer… Çünkü her istediğimizi yapmakta sonsuz özgür
olsakta yaptığımızın yerini ve haddini bilmek zorundalığımız vardır dünyaya
karşı… gayrısı gerçek sanata haksızlıktır.
Yazmak bitmiyor, okumak bitmiyor. Yaşadıkça yazacağım, belki
aslında yazdıkça yaşayacağım. Günün birinde yazacak bir şeyim kalmadığında,
heyecanlarımı, heveslerimi tükettiğimde yaşamak çok daha zor olacak eminim.
Şimdi unutmamak için yazıyorum. Hala tam istediğim gibi yazamıyorum üstelik.
Tutukluklarım var hala kişinin mahremiyle yazının mahremi arasındaki mesafeyi
çözebilmiş değilim. Olduğu gibi anlatmayıp kelimelerin arasına saklamak bazen
yalancılık gibi geliyor. Oysa yaşanmış şeylerin gizli olması benim açımdan
anlaşılır bir şey değil. Kaygılar insanın elini engellerken ne derece dürüst
yazılabilir ki… Yerine göre risk almaktır yazmak, suya sabuna dokunmadan
temizlik olmaz neticesinde…
Hamiş; zihnimde dönenleri boşaltmazsam döner dururum, hayat
benim gördüğüm renklerde gizlidir, yazdıklarım yalnızca özetidir.
Harflerle nefes alıp, kelimelerle nefes vermektir.
Kimi dem, zaten ben bunları yazı olsun diye yaşadım bile
diyebilmektir...