12 Şubat 2016 Cuma

AŞIK OLAMAYAN KADIN...


Yazmak benim için sıkıcı ve tekrardan ibaret bilgisayar işleri arasında nefes alıp dinlenmek. Ve bu vesile ile laf sizden çıkmayacağı için, sizle dertleşmek… 

Gidip bir arkadaşıma derdimi, düşüncemi burada yazdıklarımı anlatsam nasılsa topunuz duyacaksınız. Hem de yalan, yanlış... “Midas’ın Kulakları” var neticesinde…

Yazdıklarımla ilgili aldığım güzel yorumlar olduğu gibi, “yaşlı, mutsuz, huysuz kadın” dırdırları olarak görenlerde var…

Bu da sizlerin başkalarıyla dertleşirken arkadaşlarınıza söylediklerinizden benim duyduklarım… En hızlı yayılan haber “dedikodu”dur malum…Hatta "birini bulsa da" şu işlerle bu kadar uğraşmasa diyen 2-3 üç densiz abla da varmış ortamda...

Neyse konu öncelikle “yaşlı, huysuz, mutsuz” olma haliyle ilgili. Diğer kısma bilahare gelicez... Vallahi öyle değilim desem de malum dedikodu çarkı, yani yazdıklarımdan kendi üzerine alıntı yapıp rahatsız olanlar zaten başka kulp bulacak, o nedenle fikirleriniz umurumda değil diyeyim…

Ancak şu “yaşlı, huysuz, mutsuz” haline açıklık getireyim.

1. Yaşlı olabilirim… Yani sizin nerede durduğunuza bağlı bu… Yaşamınıza dönüp baktığınızda aslan gibi bir evlat, dünya güzeli bir torunla şereflendirilmişseniz elbette belli bir yaşı geçmişsinizdir. Ama bellidir ki o yaşları boşuna geçirmemişsinizdir. Kime göre 49, bana göre hiç ince hesaba girmeden “50” yaşında olmanın bence tek sakıncası âşık olamamak… Buna aşağıda dönecem…

2. Huysuza gelince yaşımla bağlantılı olsa durum yaşlandım oldum diyecem ama ben haksızlık, kendini bilmezlik, haddini aşmak konusunda ilkokul öncesi başlamış bir tepki sendromuna sahibim… Bu bende kaşınanı kaşıma dürtüsü yaratıyor… Yani siz adam gibi davranmadıkça geçeri yok… Sizin bende karne notunuz zayıfsa demek ki…

3. Mutsuz… Ben mi? Ben üç gün arka arkaya surat asmayı bile beceremem sıkılırım bir yolunu bulur eğlenirim… Ölümden gayrısından mutsuzluk çıkaramam. Yakınım olup da Emine depresyona girdi diyecek bir kişi bulamazsınız. Beceremem girmeyi, sıkıntılıyım… İnce detay veremeyeceğim ama çok güzel mutluluk sebeplerim var yaşamda, harika bir aileyle başlayan…

Gelelim ana konuya; birini bulsam düzelir miyim sorunsalına... Bilemiyoruz çünkü aşık olamıyoruz...

Sorun... Âşık olamamak;

Yani kovaladıkça kaçan ateş böceği sorunsalı…

Geçmişte yaşananlardan ders almak, uzun süreli bol acılı ilişkilerden sonra aşkı öcü gibi görmek ve yaklaştığı hissedildiği an âşık olmaya elverişli ortamdan ve potansiyel sevgili adayından koşarak uzaklaşmak. Bir sebep aranıyorsa, muhtemelen bunlardan biri ya da birkaçıdır... Yani babaannelerde aşktan bahsedebilir. Ve hatta aşık olabilir...

Âşık olamamak;

İçi huylanmadan şeftali diyememek, yalan söyleyememek, parmağa bir defada kırmızı oje sürememek, congratulation’u doğru telafuzla söyleyememek gibi kişinin uğraşmasına rağmen olamayan bir şeydir bazen... Belli bir zaman geçtikten sonra "aşksız da yaşayabildiğime göre çok mühim birşey değilmiş" demek diye düşündüren bir hissiyattır.

Belki de; bir kere hakkıyla âşık olduktan sonra başa gelemeyen durumdur.

Âşık olamamak;

Çok kolaydır. Kendini hiç bırakmazsın olur biter. 
Sarhoş olamamak gibi. Sorun etrafıma, hiç sarhoş olduğumu gören var mı? Ne içersem içeyim kafayı bir yerde bırakmışlığım var mı? Yok...
Bunu nasıl mı yaparsın... Aklının bir köşesinde hep kaçmak için bir bahane bulundurursun. Alternatif çıkış yolları ararsın. Bir gözün hep kapıdadır. Sonuçta ilk fırsatta kendini kapının dışına atmanın bir yolunu elbette bulursun. Bu çok "Emine" bir durumdur.

Âşık olamamak;

Bence bu dünyada çok normal bir şeydir. 
Hani tıpkı bazı hastalıklar gibi bununda bir ilacı olsa... Bazı hareketsizlikten artık embesilleşmiş hormonlar yeniden harekete geçse falan. Dünya güllük gülistanlık olsa, savaşlar dursa, sefalet son bulsa... 
Etraf coni dip’lerden, kenu rivs’lerden, bırak özçıpıt'lardan geçilmese... “Hayat ne tuhaf vapurlar falan” cümleleri yerine “hayat ne tuhaf adonisler falan" denilse... 

Gökten elmalar düşse filan falan... Öyle işte... 
Yani etrafımda âşık olunacak çok adam var da ben görmüyorum sanki… Ama o saydıkların genç diyecek olursanız yazayım sadece bir teki benden küçük o saydığım adamların...Onu da beğenmeyen kadın bu dünyada günaha girer... Onu da diyeyim...

Âşık olmaya dair hatırladığım en net anım tam olarak 27 sene öncesine ait… Sonra hissettiklerimi başka bir kapsamda değerlendirebilirim. Tarafımdan en saf haliyle hissedilmiş “aşk” duygusu oydu.

Bir sabah gözlerinin sınırsız sularında,
yağmura tutulmuş yorgun bir martının çığlıklarıyla uyanacaksın"
BİLE/SEVE"

 “Hiçbir şeyin yağmurun bile öyle küçük elleri yoktu…” diyeceksin aşık olunca...

Yani bir ihtimal ben unutmuş olabilirim o duygu halini… Şimdi en güzel küçük ellerin sahibi Dila hanımcık…

İşte aşk'ta, âşık olamamak da böyle şeyler yazdırır dostlar… Yaşama değil, insanlara öfkeli yazılar benim yazılarım. Onlarla dalga geçiyorum... Aşka dair düşüncelerimin içinde bir gram öfke yoktur. Aşık olamasam da bugün, adam gibi aşık olabilitesi olan bir bünyem vardır...

Onları âşık olamadığım için değil, sizlerin kötü yüreklerini çok net görmekten duyduğum üzüntüyle yazıyorum.

Çokbilmiş birkaç ablanın arkamdan “aman âşık olsa da, huysuzluğu geçse” dedikodusunu en zarif haliyle paketleyerek buraya bırakıyorum. Dua etsinler buraya bırakıyorum… Bırakacak uygun başka yer aratmasın şartlar..

Gelelim aşık olamayan kadın olmaya;

AŞIK OLAMAYAN KADIN OLMAK...

Belki de yalan söyleyemeyen kadın olmaktır.

Belki de bütün yalanları işitmiş kadın olmaktır…

Belki de hemcinslerimin çoğunluğu gibi paraya, lükse, garanticiliğe, kolayına kaçmaya âşık olamıyor olmaktır…Biliyoruz ki  “bağzı” zavallı kadın insanları ancak arkasında bir erkek varken güçlüdür. 


Belki de bazı standartlarımın bu dünyanın çirkinlikleri, yalanları, aldatmaları ile uyuşmuyor olmasıdır…
Birde tabi adonisler ve sakallar önemli... Olmazsa olmazlarımız var elbette...

Muhtemelen… Tahminen… Vesvese ilen…  Şüphe ilen… Manen… Maddeten… Ahlaken… Sempatiken… Empatiken... buna benzer nedenlerim vardır...

Yani demem o ki “yaşlı, huysuz, mutsuz” olmanın keyfini sürmeye devam ediyorum ben… 
Ama bir âşık olursam banyo terliğiyle ağzına vurucam o birkaç kendini ve haddini bilmez ablanın…

Ne alaka derseniz “biliyorsunuz “bağzı” zavallı kadın insanı ancak arkasında bir erkek varken güçlüdür”

Sevgiye dair hissettiklerimi 14 Şubat öncesi tavlalı bir hikâye ile ifade edeyim en iyisi… Tavla oynamayı çok özlemişken...

“Geçen gün bir kız arkadaşla görüştük. Kafeye oturduk, çay falan söyledik, muhabbet ederken, âşık olamadığını anlattı. Çevresinde âşık olunacak erkek yokmuş, hep tırt, serseri, abuk sabuk birileri varmış. "Üzülme" dedim, "sorun sende değil, düzgün birileri olsaydı çevrende âşık olabilirdin, sevgilin falan olurdu, mutlu olurdunuz". "öyle ya" diyerek üzgün bir sesle onayladı.

Neyse, laf lafı açarken, çok iyi tavla oynadığını söyledi, Ben de hemen bir tavla kapıp "e hadi görelim bakalım nasıl oynuyorsun" diye çektim karşıma. Oynamaya başladık, maalesef, arkadaşım en güzel zarları atabilmesine rağmen kapıları görmüyor, kuleler dikiyor, en yapılmayacak yerde açık verip pulumu kırıyor, biraz sonra açıktaki pulunu kırıp eline verdiğimde de "olamaz ya" diye mızıldanıyordu.
Oyun beş-sıfır oldu, öfkeyle yüzüme baktı, "ne kadar şanssızım gördün mü, hep kötü zar geldi oynayamadım, iyi zar gelse ben yenmiştim" dedi. İçimi çekerek yüzüne baktım, bir şey söylemek istemedim, "Boş ver tavlayı, daha daha nasılsın" diyerek konuyu değiştirdim….

EYVALLAH…


 

 Resim; Arif Turan