Yazmak
benim için sıkıcı ve tekrardan ibaret bilgisayar işleri arasında nefes alıp
dinlenmek. Ve bu vesile ile laf sizden çıkmayacağı için, sizle dertleşmek…
Gidip bir
arkadaşıma derdimi, düşüncemi burada yazdıklarımı anlatsam nasılsa topunuz duyacaksınız. Hem de yalan, yanlış... “Midas’ın Kulakları” var
neticesinde…
Yazdıklarımla
ilgili aldığım güzel yorumlar olduğu gibi, “yaşlı, mutsuz, huysuz kadın”
dırdırları olarak görenlerde var…
Bu da sizlerin başkalarıyla dertleşirken arkadaşlarınıza söylediklerinizden benim duyduklarım… En hızlı yayılan haber “dedikodu”dur malum…Hatta "birini bulsa da" şu işlerle bu kadar uğraşmasa diyen 2-3 üç densiz abla da varmış ortamda...
Bu da sizlerin başkalarıyla dertleşirken arkadaşlarınıza söylediklerinizden benim duyduklarım… En hızlı yayılan haber “dedikodu”dur malum…Hatta "birini bulsa da" şu işlerle bu kadar uğraşmasa diyen 2-3 üç densiz abla da varmış ortamda...
Neyse konu öncelikle “yaşlı,
huysuz, mutsuz” olma haliyle ilgili. Diğer kısma bilahare gelicez... Vallahi öyle değilim desem de malum dedikodu çarkı, yani yazdıklarımdan kendi üzerine alıntı yapıp rahatsız olanlar
zaten başka kulp bulacak, o nedenle fikirleriniz umurumda değil diyeyim…
Ancak şu “yaşlı,
huysuz, mutsuz” haline açıklık getireyim.
1. Yaşlı olabilirim… Yani sizin nerede durduğunuza
bağlı bu… Yaşamınıza dönüp baktığınızda aslan gibi bir evlat, dünya güzeli bir
torunla şereflendirilmişseniz elbette belli bir yaşı geçmişsinizdir. Ama
bellidir ki o yaşları boşuna geçirmemişsinizdir. Kime göre 49, bana göre hiç
ince hesaba girmeden “50” yaşında olmanın bence tek sakıncası âşık olamamak…
Buna aşağıda dönecem…
2. Huysuza gelince yaşımla bağlantılı olsa durum
yaşlandım oldum diyecem ama ben haksızlık, kendini bilmezlik, haddini aşmak
konusunda ilkokul öncesi başlamış bir tepki sendromuna sahibim… Bu bende
kaşınanı kaşıma dürtüsü yaratıyor… Yani siz adam gibi davranmadıkça geçeri yok…
Sizin bende karne notunuz zayıfsa demek ki…
3. Mutsuz… Ben mi? Ben üç gün arka arkaya surat
asmayı bile beceremem sıkılırım bir yolunu bulur eğlenirim… Ölümden gayrısından
mutsuzluk çıkaramam. Yakınım olup da Emine depresyona girdi diyecek bir kişi
bulamazsınız. Beceremem girmeyi, sıkıntılıyım… İnce detay veremeyeceğim ama çok
güzel mutluluk sebeplerim var yaşamda, harika bir aileyle başlayan…
Gelelim ana konuya; birini bulsam düzelir miyim sorunsalına... Bilemiyoruz çünkü aşık olamıyoruz...
Sorun... Âşık
olamamak;
Yani kovaladıkça
kaçan ateş böceği sorunsalı…
Geçmişte yaşananlardan
ders almak, uzun süreli bol acılı ilişkilerden sonra aşkı öcü gibi görmek ve yaklaştığı
hissedildiği an âşık olmaya elverişli ortamdan ve potansiyel sevgili adayından koşarak
uzaklaşmak. Bir sebep aranıyorsa, muhtemelen bunlardan biri ya da birkaçıdır... Yani babaannelerde aşktan bahsedebilir. Ve hatta aşık olabilir...
Âşık
olamamak;
İçi huylanmadan şeftali
diyememek, yalan söyleyememek, parmağa bir defada kırmızı oje sürememek, congratulation’u doğru telafuzla söyleyememek gibi kişinin uğraşmasına rağmen olamayan bir şeydir bazen... Belli
bir zaman geçtikten sonra "aşksız da yaşayabildiğime göre çok mühim birşey değilmiş" demek diye düşündüren bir hissiyattır.
Belki de; bir
kere hakkıyla âşık olduktan sonra başa gelemeyen durumdur.
Âşık
olamamak;
Çok
kolaydır. Kendini hiç bırakmazsın olur biter.
Sarhoş olamamak gibi. Sorun etrafıma, hiç sarhoş olduğumu gören var mı? Ne içersem içeyim kafayı bir yerde bırakmışlığım var mı? Yok...
Sarhoş olamamak gibi. Sorun etrafıma, hiç sarhoş olduğumu gören var mı? Ne içersem içeyim kafayı bir yerde bırakmışlığım var mı? Yok...
Bunu nasıl mı yaparsın... Aklının bir
köşesinde hep kaçmak için bir bahane bulundurursun. Alternatif çıkış yolları
ararsın. Bir gözün hep kapıdadır. Sonuçta ilk fırsatta kendini kapının dışına
atmanın bir yolunu elbette bulursun. Bu çok "Emine" bir durumdur.
Âşık olamamak;
Bence bu
dünyada çok normal bir şeydir.
Hani tıpkı bazı hastalıklar gibi bununda bir ilacı olsa... Bazı hareketsizlikten artık embesilleşmiş hormonlar yeniden harekete geçse falan. Dünya güllük gülistanlık olsa, savaşlar dursa, sefalet son bulsa...
Etraf coni dip’lerden, kenu rivs’lerden, bırak özçıpıt'lardan geçilmese... “Hayat ne tuhaf vapurlar falan” cümleleri yerine “hayat ne tuhaf adonisler falan" denilse...
Hani tıpkı bazı hastalıklar gibi bununda bir ilacı olsa... Bazı hareketsizlikten artık embesilleşmiş hormonlar yeniden harekete geçse falan. Dünya güllük gülistanlık olsa, savaşlar dursa, sefalet son bulsa...
Etraf coni dip’lerden, kenu rivs’lerden, bırak özçıpıt'lardan geçilmese... “Hayat ne tuhaf vapurlar falan” cümleleri yerine “hayat ne tuhaf adonisler falan" denilse...
Gökten
elmalar düşse filan falan... Öyle işte...
Yani etrafımda âşık olunacak çok adam var da ben
görmüyorum sanki… Ama o saydıkların genç diyecek olursanız yazayım sadece bir teki benden küçük o saydığım adamların...Onu da beğenmeyen kadın bu dünyada günaha girer... Onu da diyeyim...
Âşık olmaya
dair hatırladığım en net anım tam olarak 27 sene öncesine ait… Sonra
hissettiklerimi başka bir kapsamda değerlendirebilirim. Tarafımdan en saf haliyle
hissedilmiş “aşk” duygusu oydu.
“Bir sabah
gözlerinin sınırsız sularında,
yağmura
tutulmuş yorgun bir martının çığlıklarıyla uyanacaksın"
BİLE/SEVE"
“Hiçbir şeyin yağmurun bile öyle küçük elleri
yoktu…” diyeceksin aşık olunca...
Yani bir
ihtimal ben unutmuş olabilirim o duygu halini… Şimdi en güzel küçük ellerin
sahibi Dila hanımcık…
İşte aşk'ta, âşık
olamamak da böyle şeyler yazdırır dostlar… Yaşama değil, insanlara öfkeli yazılar
benim yazılarım. Onlarla dalga geçiyorum... Aşka dair düşüncelerimin içinde bir gram öfke yoktur. Aşık olamasam da bugün, adam gibi aşık olabilitesi olan bir bünyem vardır...
Onları âşık
olamadığım için değil, sizlerin kötü yüreklerini çok net görmekten duyduğum
üzüntüyle yazıyorum.
Çokbilmiş birkaç ablanın arkamdan “aman âşık olsa da,
huysuzluğu geçse” dedikodusunu en zarif haliyle paketleyerek buraya
bırakıyorum. Dua etsinler buraya bırakıyorum… Bırakacak uygun başka yer aratmasın şartlar..
Gelelim aşık olamayan
kadın olmaya;
Belki de
yalan söyleyemeyen kadın olmaktır.
Belki de
bütün yalanları işitmiş kadın olmaktır…
Belki de hemcinslerimin
çoğunluğu gibi paraya, lükse, garanticiliğe, kolayına kaçmaya âşık olamıyor olmaktır… Biliyoruz ki “bağzı” zavallı kadın insanları ancak arkasında bir erkek varken güçlüdür.
Belki de bazı
standartlarımın bu dünyanın çirkinlikleri, yalanları, aldatmaları ile uyuşmuyor
olmasıdır…
Birde tabi adonisler ve sakallar önemli... Olmazsa olmazlarımız var elbette...
Birde tabi adonisler ve sakallar önemli... Olmazsa olmazlarımız var elbette...
Muhtemelen…
Tahminen… Vesvese ilen… Şüphe ilen… Manen…
Maddeten… Ahlaken… Sempatiken… Empatiken... buna benzer nedenlerim vardır...
Yani demem
o ki “yaşlı, huysuz, mutsuz” olmanın keyfini sürmeye devam ediyorum ben…
Ama bir âşık olursam banyo terliğiyle ağzına vurucam o birkaç kendini ve haddini bilmez ablanın…
Ama bir âşık olursam banyo terliğiyle ağzına vurucam o birkaç kendini ve haddini bilmez ablanın…
Ne alaka
derseniz “biliyorsunuz “bağzı” zavallı kadın insanı ancak arkasında bir erkek
varken güçlüdür”
Sevgiye
dair hissettiklerimi 14 Şubat öncesi tavlalı bir hikâye ile ifade edeyim en
iyisi… Tavla oynamayı çok özlemişken...
“Geçen gün
bir kız arkadaşla görüştük. Kafeye oturduk, çay falan söyledik, muhabbet
ederken, âşık olamadığını anlattı. Çevresinde âşık olunacak erkek yokmuş, hep
tırt, serseri, abuk sabuk birileri varmış. "Üzülme" dedim,
"sorun sende değil, düzgün birileri olsaydı çevrende âşık olabilirdin,
sevgilin falan olurdu, mutlu olurdunuz". "öyle ya" diyerek üzgün
bir sesle onayladı.
Neyse, laf
lafı açarken, çok iyi tavla oynadığını söyledi, Ben de hemen bir tavla kapıp
"e hadi görelim bakalım nasıl oynuyorsun" diye çektim karşıma. Oynamaya
başladık, maalesef, arkadaşım en güzel zarları atabilmesine rağmen kapıları
görmüyor, kuleler dikiyor, en yapılmayacak yerde açık verip pulumu kırıyor,
biraz sonra açıktaki pulunu kırıp eline verdiğimde de "olamaz ya"
diye mızıldanıyordu.
Oyun
beş-sıfır oldu, öfkeyle yüzüme baktı, "ne kadar şanssızım gördün mü, hep
kötü zar geldi oynayamadım, iyi zar gelse ben yenmiştim" dedi. İçimi
çekerek yüzüne baktım, bir şey söylemek istemedim, "Boş ver tavlayı, daha
daha nasılsın" diyerek konuyu değiştirdim….
EYVALLAH…
Resim; Arif Turan