Kalp kırılınca, iç organlara saplanan kalp kırkları, tıpkı cam kırıkları gibi, ince ama derin yaralar açar, ki o yaralar yıllar boyu sızlar.
Hani şu tabakta bırakılan
son lokma gibi… İnsanın ardında kırık kalpler bırakmaması gerekir… Maazallah
kovalarlar ardınızdan…
Kırık kalp öyküleri genelde
taraflardan birinin diğeri kadar hatta hiç sevmediği, sevemediği öykülerdir…
Oysa en derin kırıklar iki tarafında karşılıklı sevdiği ama yine de kırılmış
öykülerdir…
Yaşayıp giderken bir şekilde
kırılacak kalpler, fark etmeden veya bile bile. Bunun kaçarı yok. Kırılganlık
doğasında var çünkü… Kırmak da doğamızda…
Asıl mesele kalbini
kırmayacak birilerini değil de tamiratta usta olanları hayatına sokabilmekte.
Hem kırık bir kalbinin
olması, en azından denediğini gösterir.
Neticesinde bu da bir dert
biçimi…
Her dert gibi var bi çaresi…
Kendi bulmalı insan çareyi,
söylerim çareyi ama en güzeli herkesin kendi cevabını bulması…
Başka bir kalbi kırmak değil
çaresi...
Başkalarının kusuruna
takılmak da değil…
Benzerlerden denemeler
yapmakta…
Başı kuma gömüp yok
saymakta…
Neticesinde kırılganlığını
anlatamamış, her seferinde hassasiyeti artmış kalplerdir bunlar. Onarım
çalışmaları genellikle pek başarılı olamaz, yapıştırıcılar sızıverir
çatlaklardan...
Bir gün illa elinize gelir
kırığın bir pürçeği…
Biz ne yapıyoruz bu tip
durumlarda kırıkların çatlakların arasına çikolata parçacıkları ve sadık
dostları saklıyoruz...
O zaman hayat tatlı oluyor…
Zira aksi takdirde…
Parçalar içerde durup
batmasın, acıtmasın, hem de ziyan olmasın diye birleştirilip kalkan
yapılabiliyor...
Neticesinde kalp kırıklığı
kaderdir, şanstır, olacağı varmışlıktır, olmayacağı varmışlıktır, zaman mekan
uyumsuzluğudur, bişeydir...
“Oysa en derin kırıklar iki
tarafında karşılıklı sevdiği ama yine de kırılmış öykülerdir…”
EA.