Aşk üstüne bir deneme…
Ciddiye almayın “deneme” sadece… Dene/me diyor zaten…
Daha önce de yazmıştım
sanırım bu cümleyi ben aşk üstüne yazamam. Bir türlü beceremiyorum. Hiç mi âşık
olmadın be kadın diyorum kendime bazen… Olmuşluğumuz vardır elbette…
Aşka dair en güzel tanım
benim için “âşık olmak” değil… “aşka düşmek”tir… Hani şu yavurun “fall in love”
dediği şey…
Düşülür çünkü olunmaz… Hazır
olunur, doktor olunur, eş olunur, anne olunur, başarılı olunur, hasta olunur…
Ama aşka düşülür…
Aşk dediğimde aklıma neler
geliyor…
Gerçek Aşk ?
Platonik Aşk ?
Karşılıksız Aşk ?
İlk Aşk ?
İmkansız Aşk ?
Görünen o ki âşık değilim…
Aşk konusunda yazmanın âşık
olmakla bir alakası var mıdır bilmem… Ama yazmamamın var muhtemelen…
Aşkı kişisel olarak duygu - durum
bozukluğu olarak algılıyorum ben…
Ne kötü değil mi? Yaştan diyecem ama kendi kendime “biz senin
15 yaşındaki halini de biliriz” diyor içimde bir ses…
Aşk obsesyonel bir duygu-durum
bozukluğudur.
Kanımca aşk hedefine
ulaşılmayı arzulayan bir duygudur. Bu durumda da obsesyona ters bir durum söz
konusu olduğunda duygular nefrete, kine, saldırganlığa doğru kayar. Temizlik
obsesyonu bulunan birinin evini kirletmeniz durumunda size düşman olacak,
nefret edecek, hatta saldırganlaşacaktır. Aşkta da durum aynıdır. Eğer kişi aşkına
karşılık bulunmamışsa veyahut terkedilinmişse duygular kötü olacaktır.
Her obsesyon gibi eğer
hedefe ulaşılmışsa obsesyon motivasyonunu kaybedecektir. Karşılık bulan
aşkların ömrü çok kısadır.
Genelde ölümsüz olarak
tanımlanan aşklar platonik aşklardır. Çünkü hedefe ulaşılmamıştır ve yara
sürekli olarak kaşınır.
Benim gördüğüm ve hatta
bildiğim aşk; "allahım ya tanışmasaydık?" ile "kahretsin keşke
hiç tanışmasaydık" arasında geçip giden şeylerin tümüdür. Ya da;
"aradığım her şey sende" güzellemesi ile başlayıp "neden
böylesin sen" çemkirmesiyle bitirilen olaylar bütünüdür.
İnsan beyninin yaygın,
eskiden kalma ve somut bir hatasıdır aşk. Aşka teğet bile geçemeyecek mantık
kumkuması/bahtsızlık yumakları yahut aşk mağdurları “aşk yoktur” diye yırtına
dursun, aşk vardır; hakikattir...
Bunu öncelikle kendime
söylüyorum…
Aşk tragedyalara, kural
tanımaz hazlara, kıskançlığa, pişmanlıklara, sanata ve tüketime yarar yüzyıllardır.
Elle tutulur değişikliklere
yol açar bünyelerde. Karında pırpırlanan kelebekler, midedeki yakıcı boşluk,
zarar görmekten alınan tuhaf hazlar bir tarafa, kıskançlık nöbetleri,
alışkanlık/huy farklılaştırmaları aşığın yaşamına er geç egemen olur. Kimi
tacirlerce de kişi üzerinde aşk sonucu oluşan ve gözlemlenen değişiklikler
matah bir durumdan bahseder gibi anlatılır ve abartılır...
Mesela Türklüğünden utanan
ünlü dünya düşünürü "küçük harfle" ahmet altan “aşk bir orospudan bir azize de
yaratır, bir azizeden bir orospu da” gibilerinden kallavi bir laf etmiştir...
Oysa marifet bir herif
uğruna bir orospuya dönüşmek değildir elbet. Bir kadının içinde orospuluk
varsa, anılan mesleği ya da davranışı seçmelidir. “aşığım, ölüyorum, bitiyorum”
kabilinden bahanelere meyil etmesi hatadır. Ya da üstün gördüğü bazı değerler
için bir azizeymişçesine yaşayabilmelidir paşa gönlü arzu ederse. Yoksa sırf
bir adamı elde etmek ya da memnun edebilmek için, olmadığı olmak istemeyeceği
kişiliklere bürünmesi izansızlıktır. Erkekler için neden buna benzer şeyler
yazmıyoruz ki… Yoksa onlar bizden daha mı gerçek?
Zekâ ve bilgi çoğu konuda
işe yaramaz olur aşk söz konusuysa. Kadınlar erkekleri, erkekler kadınları
çıkış olarak gördükçe, hayata olan bağları gibi algıladıkça...aşk bir trajedi olarak yaşanacak, aşk intiharları
sürecek, kıskançlık cinayetleri işlenecektir. Adam, bir kadının daracık
omuzlarına yüklerse tüm yaşamın ağırlığını, bir gün boyunun ölçüsünü alır. Kadın,
bir adamın sayesinde yeryüzünün güllük gülistanlık olacağına inanırsa, Yavuz Turgul
daha çok film çeker ve bize de izlemek düşer.
Bir de Halil Sezai gerçeği var tabii memleketimde aşktan isyan eden…
Gazetelerin üçüncü sayfa
haberlerinin arka planlarında çoğunlukla aşk vardır. İnsanlar, pırasa doğrar
gibi kesilir aşk yüzünden... Mantığı, aklı yoktur aşkın. Mimar, manikürcü,
akademisyen ya da inşaat işçisi herkes âşık olabilir değmeyecek birine. Bile
bile lades demenin tadı başkadır çünkü...
Fakat yaşamın idamesi ve
sosyal kurallarla ilgili en temel problemlerin çözümü için karşıdaki insanın
bedeninin tek başına yeterli olmadığı anlaşılınca kopar kızılca kıyamet… Aman allahım
“aşk” yetmez olur bir anda…
Oysa maddi manevi birbirini
tutacak, sempati ve hoşgörüyle destekleyecek insanlar uzun süre, azapsız beraber
olabilir yalnızca... Aşk cümbüşlü ve salya sümük ağlamayı icap ettiren büyük
bir fasaryadır... Aşk evliliği falan adam gibi yürümez hiçbir devirde. Aşk
dışındaki unsurlar göz ardı edilerek kurulan yuvalar dağılır ya da hayat
söndürür, bu muhakkaktır. Çünkü aşk denilen çılgınlık, hem beyin kimyası, hem
libidoyla ilgili bir geçici karmaşadır. Obsesyon, duygu-durum bozukluğu, libido
karmaşası…
Çok mu ümitsizim?
Aşkın depremli faniliğinden,
özveriyle, mantıkla sevginin sağlam gerçekliğine evrilen istisnai
birlikteliklerdir asıl sanatı ve anlatıyı hak eden. Yaşamın çok içinde gerçek öykülerdir bunlar...
Gerçek aşk diye anılan aşklar... Şu "gerçek aşk" ta ne ilginç bir tanımlamadır. "gerçek aşka ulaşmak için gerçek aşkın
tescillenmiş somut bir örneği olmalıdır, bu örnek olmadığı sürece gerçek aşka
ulaşmak na mümkündür" diye düşünülebilir...
Sahi nedir gerçek aşk ?
Bir adam bir gün bana
"sana aşığım" derse aslında bu hakaret gibi bir şeydir benim için…
Çünkü sevgisi, saygısı ve
mantığı eksik bir hayranlıktır aşk. O insan kırış kırış bir yağ tulumuna
dönüşünce devam edemeyecek bir arzu ve beğeniştir... Oysa kişilikle ilgili o
büyük hayranlık, sevgi bambaşkadır. Aykırılığı görüp önemsemek ve tipten
şekilden değil davranıştan etkilenmek apayrıdır. Fedakârlıkla desteklenirse ve
kişi nankör değilse bir ömür boyu zevkle sürebilir. Hele ki ilişkiye doğadan,
sanattan aşk kırıntıları serpiştirircesine, aşksızlığı fark ettirmeyecek samimi
sihirler sunulursa...
Velhasılıkelam Bülent Ortaçgil’in
de söylediği gibi aşk bir dengesizlik işidir…
Dengeye dönüşendir sevgi…
Yine de aşksız olmaz…
Dediğim gibi Aşk’a dair
yazmak benim harcım değil…
Çünkü benim için aşk…
Oscar Wilde’ın
"karşılıklı bir yanlış anlamadır" diye cevaplamış olduğu sorunun
öznesidir.
HAMİŞ: Çocukça bir inattır aslında
aşk az biraz...
eski ilişkilerden kalmış
kalıplaşan yaraların inadına,
etraftaki örneklerde görülen
sahtekarlıkların inadına,
ömrü 9 yıl olsun, 16 olsun,
kaçsa kaç, ilişkiyle birlikte yıllar geçtikçe değişen insanların inadına,
her "ilk umut"un
"son hayal kırıklığı"na dönüşümü sürecini bilmenin inadına,
ve en çok da aşkın aslında
"hastalıklı bir ruh hali" olduğunu bilmenin inadına,
herşeyi göze alabilmek,
ve herşeyi unutarak bir
yenisine balıklama dalabilmektir...