Sabah uyandığımda canımı
sıkan şeyler oluyor…
- elektriklerin gitmesi…
- suyun akmaması…
- ev ahalisinden birinin
ters bir suratla kalkması (bu maddeye özel bi nefret besliyorum)…
- sabaha yetişmesi gereken işin
bitmemiş olması…
- saçların papaz gibi olup
şekil almaması (bu maddeye özel bi sevgi besliyorum)…
- bugünün dünden farklı
olmadığını anlamak…
- unutmaya yattığın duygunun
uyanır uyanmaz günaydın demesi…
- davul gibi şişmiş iki
bademcikle uyanmak, içtiğiniz bir yudum suyun boğazınızdan geçmemesi…
- yataktan doğrulup TV açıldığında karşınızda bütün haşmetiyle Recep Tayyip Erdoğan’ı görmek...
- bir gece önce yatarken “ne
kaygan zemin” deyip, sabah “zemini daha da kaygan” bulmak…
- hala AKP’ nin yönettiği ve
her gün daha da kötüye ve geriye giden bir ülkede olduğunu uyanır uyanmaz
hatırlamak…
- kulakların tıkanması…
- burnun sürekli akması…
- yüz milyon bin kere hapşırmak…
- mide yanması…
- sıtkın sıyrılması…
- kocaman insanların küçülüp
gözden düşmesi…
- bir takım insanların tek
derdinin brezilya fönü olması…
- ve benim o insanlara bir
şey anlatmak zorunda kalmam…
Bu sabahların bir anlamının
olmaması…
Bazen de neyin canımı
sıktığını hatırlayamıyorum ama canımın sıkkın olduğunu fark ediyorum…
Yaşamda sıkıntı veren
insanlar ve durumlar içinde kalmak kadar yıpratıcı bir şey yok sanırım…
Bu pozisyona geçtiğimde bir
süre sıkıntının kaynağını bulmak için hafızamı zorlayabiliyorum…
İçimde huzursuzluk yaratan,
ilkokuldaki öğretmenden gerildiğim anları ruhuma tekrar yaşatan bu duygudan
oldum olası hoşlanmıyorum…
Bana bu duyguyu en çok
yaşatan şeyin ne olduğunu keşfedeli çok oldu ama kendimi sürekli aynı
pozisyonda buluyor olmam bu durumdan sıyrılmayı hala öğrenemediğimi gösteriyor…
Benim canımı en çok ne sıkıyor?
Elbette bunun cevabını çok
net biliyorum… Ama bunu sabah canımı sıkan şeyleri yazar gibi yazdığımda
yaşamın daha da sıkıcı olacağını garanti ediyorum…
1980’de bir kâğıda şöyle
yazmışım… (her şeyleri saklarım ben)
“-bana - şunu yapmak
zorundasın - denmesi en nefret ettiğim ve katlanamadığım şeydir. Anne - baba
hadi neyse de, diğerlerine ne oluyor? Ben özgür doğdum ve istediğimi yaparım,
sen kimsin ki bana - bunu yapmak zorundasın - diyorsun?” kelimeler ve cümle 14
yaşında...
Ama yıl 2015 hala aynı
fikirdeyim…
Canım sıkılıyor çünkü…
İnsanlar çok fazlalar. İnsanlar
çok hırslılar. İnsanlar çok konuşuyorlar, az dinliyorlar. İnsanlar az mutlu
edip, çok mutlu olmak istiyorlar. İnsanlar nefes almak isterken, diğerlerini boğuyorlar.
İnsanlar çok sevilmek isteyip, sevgi cimriliği yapıyorlar. İnsanlar kalpleri
kırılmasın isteyip, diğer kalpleri parçalara ayırıyorlar. İnsanlar dertlerinin
ciddiliğinden dem vururken, karşıdakinin sorunu için “buna mı üzülüyorsun?” diyebiliyorlar!
Nefret ediyorlar ama nefret
edilmeye tahammül edemiyorlar. Fütursuzca eleştirirken, eleştirildikleri anda
tırnaklarını çıkarıyorlar. Düşünmüyorlar, en kötüsü de düşünmeden konuşuyorlar...
Akıl veriyorlar ama akılla hareket etmiyorlar. Hırslılar ama kendi yetersizliklerini
geliştirecek yerde başkalarının başarılarına saldırıyorlar… Saldırganlar çünkü
incir çekirdeğini doldurmayacak başarılar için savaşıyorlar…
Bu aralar duyduğum en güzel
söz bir brütüs var; sırtımdan bıçaklayan brütüsü, sırtından bıçaklayan brütüsü,
sırtından bıçaklayan…
Her sabah uyandığımda 14
yaşında fark ettiğim şeyleri, ailemin öğrettiği doğruları unutmadığım ve
dosdoğru yatağımdan kalktığım için şükrediyorum…
Çünkü yaşam tecrübem bana
şunu gösterdi…
İnsanların ve insanlığın
bugün içinde bulunduğu tüm açmazların sebebi “hırs”tır diye düşünüyorum…
Bugün bir insana her alanda
lazım olacak şey olarak belletilen, okullarda öğretilen, televizyonda ki
kıytırık stil, evlilik yarışmalarında da kafaya kazınan hırs kin, nefret, öfke
ile birleşirse tadından yenmez…
Şekilsiz insanların mazot
paralarına yetmeyen paradır HIRS…
İnsan olmak, canımı çok sıkıyor
bazen…
Sabah huysuz uyanmak bile
daha iyi...