18 Nisan 2015 Cumartesi

CANIMI SIKAN ŞEYLER…


Sabah uyandığımda canımı sıkan şeyler oluyor…
- elektriklerin gitmesi…
- suyun akmaması…
- ev ahalisinden birinin ters bir suratla kalkması (bu maddeye özel bi nefret besliyorum)…
- sabaha yetişmesi gereken işin bitmemiş olması…
- saçların papaz gibi olup şekil almaması (bu maddeye özel bi sevgi besliyorum)…
- bugünün dünden farklı olmadığını anlamak…
- unutmaya yattığın duygunun uyanır uyanmaz günaydın demesi…
- davul gibi şişmiş iki bademcikle uyanmak, içtiğiniz bir yudum suyun boğazınızdan geçmemesi…
- yataktan doğrulup TV açıldığında karşınızda bütün haşmetiyle Recep Tayyip Erdoğan’ı görmek...
- bir gece önce yatarken “ne kaygan zemin” deyip, sabah “zemini daha da kaygan” bulmak…
- hala AKP’ nin yönettiği ve her gün daha da kötüye ve geriye giden bir ülkede olduğunu uyanır uyanmaz hatırlamak…
- kulakların tıkanması…
- burnun sürekli akması…
- yüz milyon bin kere hapşırmak…
- mide yanması…
- sıtkın sıyrılması…
- kocaman insanların küçülüp gözden düşmesi…
- bir takım insanların tek derdinin brezilya fönü olması…
- ve benim o insanlara bir şey anlatmak zorunda kalmam…

Bu sabahların bir anlamının olmaması…  

Bazen de neyin canımı sıktığını hatırlayamıyorum ama canımın sıkkın olduğunu fark ediyorum…
Yaşamda sıkıntı veren insanlar ve durumlar içinde kalmak kadar yıpratıcı bir şey yok sanırım…
Bu pozisyona geçtiğimde bir süre sıkıntının kaynağını bulmak için hafızamı zorlayabiliyorum…
İçimde huzursuzluk yaratan, ilkokuldaki öğretmenden gerildiğim anları ruhuma tekrar yaşatan bu duygudan oldum olası hoşlanmıyorum…

Bana bu duyguyu en çok yaşatan şeyin ne olduğunu keşfedeli çok oldu ama kendimi sürekli aynı pozisyonda buluyor olmam bu durumdan sıyrılmayı hala öğrenemediğimi gösteriyor…

Benim canımı en çok ne sıkıyor?

Elbette bunun cevabını çok net biliyorum… Ama bunu sabah canımı sıkan şeyleri yazar gibi yazdığımda yaşamın daha da sıkıcı olacağını garanti ediyorum…

1980’de bir kâğıda şöyle yazmışım… (her şeyleri saklarım ben)
“-bana - şunu yapmak zorundasın - denmesi en nefret ettiğim ve katlanamadığım şeydir. Anne - baba hadi neyse de, diğerlerine ne oluyor? Ben özgür doğdum ve istediğimi yaparım, sen kimsin ki bana - bunu yapmak zorundasın - diyorsun?” kelimeler ve cümle 14 yaşında...

Ama yıl 2015 hala aynı fikirdeyim…

Canım sıkılıyor çünkü…
İnsanlar çok fazlalar. İnsanlar çok hırslılar. İnsanlar çok konuşuyorlar, az dinliyorlar. İnsanlar az mutlu edip, çok mutlu olmak istiyorlar. İnsanlar nefes almak isterken, diğerlerini boğuyorlar. İnsanlar çok sevilmek isteyip, sevgi cimriliği yapıyorlar. İnsanlar kalpleri kırılmasın isteyip, diğer kalpleri parçalara ayırıyorlar. İnsanlar dertlerinin ciddiliğinden dem vururken, karşıdakinin sorunu için “buna mı üzülüyorsun?” diyebiliyorlar!
Nefret ediyorlar ama nefret edilmeye tahammül edemiyorlar. Fütursuzca eleştirirken, eleştirildikleri anda tırnaklarını çıkarıyorlar. Düşünmüyorlar, en kötüsü de düşünmeden konuşuyorlar... Akıl veriyorlar ama akılla hareket etmiyorlar. Hırslılar ama kendi yetersizliklerini geliştirecek yerde başkalarının başarılarına saldırıyorlar… Saldırganlar çünkü incir çekirdeğini doldurmayacak başarılar için savaşıyorlar…
Bu aralar duyduğum en güzel söz bir brütüs var; sırtımdan bıçaklayan brütüsü, sırtından bıçaklayan brütüsü, sırtından bıçaklayan…
Her sabah uyandığımda 14 yaşında fark ettiğim şeyleri, ailemin öğrettiği doğruları unutmadığım ve dosdoğru yatağımdan kalktığım için şükrediyorum…
Çünkü yaşam tecrübem bana şunu gösterdi…
İnsanların ve insanlığın bugün içinde bulunduğu tüm açmazların sebebi “hırs”tır diye düşünüyorum…
Bugün bir insana her alanda lazım olacak şey olarak belletilen, okullarda öğretilen, televizyonda ki kıytırık stil, evlilik yarışmalarında da kafaya kazınan hırs kin, nefret, öfke ile birleşirse tadından yenmez…

Şekilsiz insanların mazot paralarına yetmeyen paradır HIRS…

İnsan olmak, canımı çok sıkıyor bazen…

Sabah huysuz uyanmak bile daha iyi...