Çocukluğumdan beri başım en çok bildiklerimden ağrır…
Birileri çıkıp “bu nasıl olacak, nasıldır ki” dediğinde illaki
bir fikrim vardır. Ukalalığımdan değil aslında her bulduğumu okuyup durmamdan, her
şeyi hatırlayan fil hafızamdan... Onlarında bir yerlerde birikmesinden… Gri
hücrelerime ettiğim eziyetten…
En çok neyden korkarsın dediklerinde “bildiğimden” derim…
Bilmediğim korkutmaz beni öğrenirim onun korkulacak bir şey olup olmadığını…
Bir şeyin korkulacak bir şey olup olmadığına onun hakkında bir fikrim yokken
nasıl karar verebilirim ki…
Ama bilmek konusunda acı tecrübelerimde var elbette… Bir yanlışı
düzeltirken sevimsiz duruma düşmek, insanların beni huysuz bulması, bize ayar
veriyorsun demeleri… oysa obsesif yanlarım “ulan bu yanlış diye çığlık atarken”
bazen zor oluyor sadece susup seyirci kalmak…
Mesela evlilik, sevgililik kadının az bilmesi ya da bildiğini az
söylemesi durumunda sağlık, mutluluk ve erkeğin tatmini üzerine sürüyor… Patrondan
daha iyi bildiğin bir işin varsa bir süre sonra işin olmuyor J
Birileri “naber sensei” dediğinde “kesin dalga geçiyor” diye
düşünüyorsun…
Oysa ben zaten kendimle 7/24 dalga geçiyorum… Çoğu zaman
söylediklerim söyleyemediklerimin dörtte biri… Babam “sus” derdi… Atlama hemen…
Dinle… Öğrenebildim mi?
Bazen kendimi annemle manasız bir tartışma içinde bulurum…
Benden özgür ruhlu olmasın kendileri bedeni ruhuna dar, hayli inatçı bir
hanımdırlar… Babamın sevgisiyle törpülenmiş yanları ve kaybıyla yumuşamış
yüreği ile çok uzun inat edemese de bu güzel huyumun ana kraliçesi aslında
kendisidir.
Eğer uzunca zamandır size bir fikir beyan etmemiş ve bir
şeyinize karışmamışsam muhtemelen sizden vazgeçmişimdir…
Evli olduğum bir tarihte baba-oğul televizyondaki yarışmada ki
soruyu dönüp bana sordular bende “bilmiyorum” dedim… Önce bir sessizlik oldu
sonra ikisi birden “bilmediği bir şey varmış” dediler… Utanayım mı, mutlu mu
olayım bilemedim… Ama neden ayrıldığımı sorarsanız hemen cevap verebilirim J
Oysa ben bilirim diye bir iddiam yoktur… İnandırıcı gelmiyor
biliyorum ama gerçekten bilgisi olan, ruhu zengin birini bulduğumda dinlerim
hem de haddimi bilirim… Bilen insanları severim… Kendini, bildiğini, haddini
bilen insanları severim…
Çünkü dünyanın başına ne geliyorsa haddini bilemeyen, bilmediği
şeyi biliyor gibi görünen, hırslı, açgözlü insanlardan gelir…
Poyraz geçen geçenlerde telefon etti; “anne çocuklardan birinin dişi tuttu, doktor
şansımız yok bir de hele ne yapalım eldeki ilaçlar bunlar dedi” geçen gece aradı… “çocuklardan biri panik
atak geçiriyor, nefes alamıyor, ambulans Ağrıdan gelene kadar ne yapayım dedi”
Ben doktor değilim, haddime düşmez bir tedavi ile ilgili fikir yürütmek ancak
yaşamın içinde bir insan ve anne iseniz bileceksiniz… Öğreneceksiniz. Poyraz’da
öğrenecek… Bir daha ki seferde kimseyi aramadan elinden geleni yapacak.
Fikrimce, hayatın ehliyetidir bilmek.
Yaş, tecrübe, bilgi paylaşılacak… Güven paylaşılacak.
Çocuklara ayar verilmez mesela onların “ayarları” bozulmasın
yeter… Çünkü onlar bilginin hasıyla sevgiyle doğarlar… Onları bilgisizleştiren,
sıradanlaştıran, içlerinde ki zenginliği yok eden bizleriz. Dünya işleri…
Bilmek iyi bir şeydir. Birimizin bilebildiği ummandaki bir
ufacık bilgidir.
Kötü olan bilmediklerini bildiklerini zanneden insanlardır. Herkesin
var bir bildiği; bildiğini okuyarak yola devam ediyor sonuçta.
“Bilmemek mutluluktur” lafı beni ziyadesiyle kızdırır… Bilmemek asıl
mutsuzluğun sebebidir.
Ama bazen sadece aklımızın kanatlarını, tenimizin parmaklarını,
yüreğimizin enginliğini budamaya yarar.
Hamiş; ''bildiğim bir şey
varsa hiçbir şey bilmediğimdir.''
Bu yazı bilgisizliğinden bu dersten “muaf” olanlara gelsin…