İNATLAR,
İNATLAŞMALAR, ÇOK BİLENLER, DAİMİ MUTSUZ VE HUYSUZLAR İLE HAYATI BEDAVA
BAŞARILARLA DOLU OLANLAR İÇİN BİR YAZI…
İNAT
doğuştan gelen bir özelliktir. İnatçılık; insan ilişkilerinde iletişim kazasına
en çok sebep olan tavırlardan biridir.
İnatçının
temel psikolojik ihtiyacı iki tanedir.
Birincisi;
haklı olduğunu göstermek ( çünkü onlar hep haklıdır );
İkincisi;
kontrolün kendi ellerinde bulunduğunu hissetmeleridir…
Bu tipteki
insanlar her karşıt ya da ilave fikri '' kendilerine meydan okumak '' olarak
algılarlar. Keskin fikirleri ve düşünce katılıkları, kendilerini güçlü ve
güvende hissetmelerini sağlar. Sürekli bir savunma mekanizması halinde
dolaşırlar. İnatçılık; herhangi bir olay ve ya durum karşısında '' ben bilirim
'' yaklaşımıyla inat edip, hiç bir şekilde esneklik göstermemektir.
Bu
bilimsele benzer açıklamadan sonra benim âcizane bilimden uzak açıklamamamı paylaşmak
istiyorum…
İnatçı kişi
siz fikrinizi beyan ederken bunun doğruluğu ya da kendisine getireceği
kolaylıkları düşünmeden “sadece” bir fikir sunulmasına duyduğu tepki ile;
“hayır,
işte bana ne, ben kendi bildiğim gibi yapıcam” diyen yorucu insandır…
Bu kişilere
yapılacak en iyi şey yap da gör ebenin bel kuşağını demektir kanımca… Çünkü
gereksiz ısrarları yapan insanların da tutumunu değiştirmek istemeyenler kadar
inatçı olduğunu belirtmekte yarar var…
Ama bazen
inat; kabullenememek ve aptallığın bileşkesidir…
İNATLAŞMAK
suretiyle inatçı kişiye ders vermekte, karşıdakinin hırslı ihtiraslı inadıdır…
Şahsi
fikrim inat edene “buyur” deyip yolundan çekilmektir… Eğer haklıysa zaten sorun
olmaz, eğer sadece inat edicem diye “makulü kabul etmemekte” direniyorsa evren
zaten konuya gereken ilgiyi gösterir… Yani biri kör gözlerle inat ediyorsa siz
de karşısına geçip farklı bir inatla çabalamayın derim… Varsa bir hatası zaten
sonucuna katlanacaktır o inatla…
Bu inat
öyle bir şeydir ki kişi inatçı oldukça bu huyun bir doğru özellik olduğuna
inanır ve hatta “ben inatçıyım” onun için bir övünme durumudur…
Neticesinde
bazılarının kuru inadını zikeyim bu dünya da…
Çünkü başa
ne gelirse inattan gelir bu dünyada…
Burayı “çok
bilenlere” bağlayacağım bir cümleye ihtiyacım var tam burada… Kuruyorum o
cümleyi şimdi…
ÇOK
BİLENLER’in hemen hepsi inattan bir tarafları iki kanat olanlardır…
Bu insanlar
başkalarının bilgileri konusunda daimi bir yok sayma yaşarlar… Çok bilenin
problemi zaten çok bilmektir. Kendi derdi kendine yeter. Üstüne üstlük, bir de
kendini farklı hisseder. Aslında o da içimizden biridir. Sadece bilmez; en
farklı olmaya çalıştığı anda, en çok bir başka çokbilmişe benzediğini…
Bir kişinin
çok bilmesi bence hiç sorun değildir netice de bende bir “çokbilmişim”.
Eğer ki bir
insan birikimini karşısındakinin kafasına zıçar gibi veriyorsa çokbilmiş oluyor
haliyle başka izahı var mı bilemedim! Yok, efendim öyle değil de seni başlı
başına bir birey gibi görüp karşılıklı fikir alıp verme şeklinde hareket
ediyorsa çok bilebilir dert değil. Kapımız sonuna kadar açıktır bilgiye…
Bilmeden
bildiğini iddia eden, yüksek sesle üste çıkmaya çalışan, yanlışı yüzüne
vurulunca sessizce ben de aslında öyle dedim diyen, yanından ayrılınca bak
benim dediğime geldi diye yine yüksek sesle etrafa hava atan tomruklardır benim
“çok bilen” tasvirime dâhil olanlar… Bir de hiçbir şey bilmeden bildim sananlar
tabii… Neticede çok bilmek bir marifet…
Yine de
unutmamak lazım “çok bilen, çok yanılır”…
Bir de
daimi MUTSUZ ve HUYSUZLAR vardır ki… Sebebini bir türlü toparlayamam ben… Bazen
hepimiz huysuz oluruz, mutsuz hissederiz ama bunların işi gücü budur… Sürekli
yıkıp viran ederler etraflarını… Evladın anaya sürekli huysuzluğu da bu
kapsamdadır benim için…
Yüzlerce
kez onun için aynı şeyi siz tekrar tekrar yapmışken, başka biri onun için bunu
yaptığında, başkasının yaptığını fark eden şeyin adı evlattır… Birçok evde
yaşar bunlardan… Sürekli mutsuz ve huysuzdurlar “ama size karşı”… Adeta
doğurdunuz için size kızgındırlar… Nasıl bu kadar battığınızı anlamazsınız…
Başkasının huysuzluğuna kızar onunkine gücenirsiniz…
Bunlardan
ortak çalışma ortamlarında da vardır… Siz it gibi çalışıp işi yaparsınız bir
tane dangalak ortada huysuz ve mutsuz dolaşıp yapmadığı her şeyden ve onun için
yapılan her şeyden mutsuz olmaya devam eder… Şeytan der ki; kalk ağzının
ortasına vur ıslak odunla…
Edasına
kurban olduğum kahpecik diyesiniz gelir…
Şahsi
fikrim erkeklerin ana ve eşlerine huysuzluk yaparken kadınların ota boka, olana
olmayana, iyiye kötüye, doğruya yanlışa mutsuzluk yaptıkları ve birçoğunun
daimi mutsuz yaratıklar olduğudur…
Ve hayatı
“BEDAVA YAŞAYANLAR” burada kasıt bedavadan yaşayanlar ya da maddi bir gönderme
değildir… Bazıları öyle ballıdır ki maddi manevi başkalarının çalışma, emek ve
başarılarının üzerinden prim yapar, gelir elde eder, başarılı sayılırlar ve
genelde bunu kendileri başarmış gibi gösterirler… Bunların gelip sizin paket
halinde önüne sürdüğünüz başarı için size hava atanları bile vardır…
Gülesiniz,
allaha havale edesiniz gelir… Şahsen benim bugün bana hava attıkları başarıları
için bazılarının hayatına hizmetçilik yapmışlığım çoktur…
Şu günlerde
en kaçındığım insan türü depresyonunu ve hırslarının şemsiye gibi tepeme
tutanlardır. Ah çok üşüdün der depresyon hırkasını üzerinize verir bunlar. Bu
insanlar insanda lustral alma isteği doğururlar. Dünyanın haline bakmaz kendi
ufacık sorunlarını çözümsüz sanırlar…
NETİCESİNDE;
İNATLAR, İNATLAŞMALAR, ÇOK BİLENLER, DAİMİ MUTSUZ VE HUYSUZLAR İLE HAYATI
BEDAVA BAŞARILARLA DOLU OLANLAR BENİM İÇİMDE; HAVAİ FİŞEĞE BAĞLANIP UZAY
BOŞLUĞUNA ATILMA İSTEĞİ UYANDIRAN İNSANLARDIR.
EĞER
BUNLARDAN BİRİ GİBİ HİSSEDİYORSANIZ SAYGILAR…
EN İÇTEN
SEVGİLERİMİ SUNUYORUM…
NOT: Bu
arada "huysuzluk" yazıp Google görsellerde aratın... Ben yaptım...
Aşağıya doğru inin bir... Benim fotoğrafım çıkıyor hem de dil çıkarmış çocukluk
fotoğrafım…
Ne alaka
dedim bende... Yani neticesinde hiç huysuz değilimdir…