17 Kasım 2017 Cuma

BAZI KADINLARIN SEVMEYECEKLERİ BİR YAZI



Kadının fendi kadına düşman…

Türkiye’de feminizm lafının çokça telaffuz edilmeye başladığı dönemlerde ben bir genç kızdım… Duygu Asena, şüphesiz hakkında bireysel olarak ne düşünürseniz düşünün birçok hakareti göğüsleyerek, popüler ve maalesef alt yapısız bir kadın duruşu oluşmasına sebep verdi… Doğru ya da yanlış…

Türkiye Cumhuriyeti kadına özgürlüğü, düşünsel ve yaşamsal duruşta kanun önünde bazı hakları verdiyse de; geleneksel aile düzeni içerisinde Türk kadının içinde bulunduğu, dört yanından kendisini bağlayan ipleri koparması o kadar kolay olmadı, hala da olmuyor kanımca… Hala modern kadın duruşu ile geleneksel Türk aile yapısı arasında gidip gelen bir kadın var… Kariyer mi yapsın, çocuk mu doğursun,  evlensin mi, yoksa bekâr olmakta bir yaşam tercihidir mi desin bilemiyor Türk kadını… Evliliğe tutsak olmakla yalnızlıktan savrulmak arasında gidip geliyor kanımca…

Kadın iseniz işiniz, mesleğiniz, statünüz ne olursa olsun iki bacağınızın arasındakinin ederi kadar hak ve hukuka sahip olduğunuz bir dünyayla sürekli savaşmak zorundasınızdır… Hele de bizimki gibi anaerkilden evrilmiş bir ataerkil düzende… Yani aslında erkeğin kadına yönelik şiddetinin çoğu zaman başka bir kadının yönlendirmesi ile şekillenmesi söz konusuyken…  İki ayrı birey birbirinden bağımsız ama bir arada olamıyorken... Kendini, özünü koruyup birliktelik yaşanamıyorken… Kadın hep birlikte olduğu erkeğe göre şekillenmek zorunda kalıyorken.

Şüphesiz kadın evlilik kurumu ile ailesinin kısıtlamasından çıkıp, kocasının kısıtlamasına girdiği bir düzen içerisinde koşulsuz özgürlük konusunda hep aksaktır… Yine de evlenir… Maden işçisinin ölümü göze alarak o işe girmesi gibi… Evlenir çünkü aksi durumda da hep aksaktır, eksiktir.
Duygu Asena ile bu ülkeye empoze edilen feminizm çok şekilci ve belirli statüdeki kadına çok yönelik gelmişti bana… Aynı dönemde Yeşilçam bu akımı çektiği sevişebilen Müjde Ar filmleri, bilmem kaç çocuğu varken başka adamla cinselliği keşfedip kaçan Hale Soygazi filmleri ile pekiştirmiş ve kanımca kadının gerçek anlamıyla özgürleşmesini hem telaffuz edip hem de budamışlardı… Demek ki feminist kadın olmak özgürce sevişmek, tek başına bir evde oturmak, eve adam almak hatta kenar mahallede devrimsel bir aşk hikâyesi yaşamaktı… Oysa tüm bunlar zaten vardı toplumda sadece legalleşmesine uğraşılmıştı… Bir panelde gencecik bir kızken kendisine, Duygu Asena’ya şunu sormuştum…

“Eğitim imkânı bulan, ekonomik gücü olan, toplumsal baskının en hafif olduğu liberal çevrelerde yaşayan kadınlar için paket halinde sunulmuş bu özgürlükler gerçekten baskıya maruz kalan kadına zarar vermez mi sizce?”

Çünkü o yaşta bile özgürlüğün maddi ve cinsel bağımsızlık anlamı taşıyor olması bana sıkıntılı gelmişti… Ki ben okuma şansı olan, ailesinin dini ve ahlaki dogmalarla büyütmediği ve hatta evlenmeden çocuk doğurmuş radikal bir genç kız idim…

O gün düşündüğüm kadının “diğer kadını” kendinden eksik bularak ötekileştirdiği idi… Yani bu özgürlükler adeta Nişantaşı ablaları içindi… Çünkü toplumsal olarak gerçek hak ve hukuk ancak kanun önünde eşitleşerek ve ailenin, erkeğin doğru eğitimi ile mümkündür… Bir erkeğin doğru eğitimi de çoğu kez bir kadının mahir ellerinden geçebilirdi.  Siz bir köyü ziyaret edip “bak ablacım sen özgürsün, bu adama çek resti dediğinizde” bugün hala komik olursunuz… Değil ki o yıllarda…
Ama o dönem duyarsız bir akımdı feminizm... İstatistiki olarak bilemem ama epey bir kadının “ne çekecem seni, boşanırım” demesine sebep olmuştur kanısındayım. En azından ben buna benzer bir sürü hikâye biliyorum.  Tekrar yazayım ki benim sıkıntım feminizm ile değildi asla da olamaz. Ancak sıkıntım okumuş ve zaten bazı haklara sahip kadının bir başka zümreye duyarsızlığı idi…
İşte o sebep diyorum ki; kadının fendi kadına içten içe düşmandır…

Rahmetli kayınvalidem bana çok kez kendi kayınvalidesine neler ettiğini anlatmıştı… Zor gelin imiş, zor kayınvalide idi… Ama çok akıllı bir kadındı. Kadınları sevmezdi. Bunu da net söylerdi. Kadınlar dünyasının çok tipik bir temsilcisi idi… Beni de pek sevdi diyemem ama bir suçum vardı da diyemem… Çünkü geleneksel yapı içerisinde beni sevmemesi gerekliliği öğretilmişti ona… Ben de evlenmeden çocuk doğurabilen çok radikal bir genç kadındım. Ve en kötüsü bunu asla bir yanlış, eksiklik ve utanmam gereken bir şey olarak görmüyordum. Oysa onun dünyasında teli duvağı ile gelin olmamış bir kadın külliyen yanlıştı… Dolayısıyla onun yetiştirdiği bir erkek evladında yaptıklarının beni şaşırttığını söyleyemem… Ben oğlumu bir kadın düşmanı olarak yetiştirmedim… Kadına “izin” verebilecek, tahakküm edebilecek, kadının bireyselliği hakkında ahkâm kesebilecek bir mihenk taşı olduğunu ezber ettirmedim… Çünkü benim annemde beni ve erkek kardeşimi bu düşünce ile yetiştirmedi… Ve oğlumda kardeşimde gayet sağlıklı düzgün erkekler olarak büyüdüler… Hiç de eksik erkekler olmadılar… Yani bir annenin erkek evladına ve kız evladına vereceği zarar külliyen bir topluma verdiği zarardır… Ama kadınlar bunu yapar maalesef… Yapmayan kadın iseniz yapan kadınlar arasına sıkışır kalırsınız…

Benim sıkıntı duyduğum din ile yobazlaştırılmış düşüncenin sebebiyet verdiği anlaşılır yıkımdan çok okumuş kadının şuursuzluğu ile kadına verdiği zarardır… Kadınlara erkeklerden daha çok zarar veren kadınlardır. Özellikle kadın hakları ve özgürlük konularında…

İş ortamında eline güç geçen kadının nasıl manyaklaşabildiğini, a kişisine söylenenin, z kişisinden nasıl duyulabildiğini bilirim… Lafta feminist, özelinde kadın düşmanı çok kadın tanırım ben… Belki de bu konuda yazıyor olmak beni de bir tür kadın düşmanı yapar… Ya da kadına dair eleştiri getirmek… O kadınlar sevmez benim gibi kadınları. Çünkü benim gibi kadınlar onların yürüyen tekerleklerine çomak sokar… Evli barklısı da vardır bekârı da bu dişi canavarların… Kimse kızmasın bunlar için hiçbir değerin önemi yoktur… Belli belirsiz flört ederler iş konuşurken bile… Sen eşşek gibi çalışırken onlar mevki alırlar… Sen bir yerlere gelmek için didinirken onlar önce hemcinslerine kazık atma derdindedirler… İki arada bir derede birilerinin hakkında doğru yanlış bir şeyler uydurur yada karşı tarafın kucağına bir acaba bırakır istediklerini elde ederler… Bunlardan birinin oğluyla evlenirsen anan ağlar… Çok belirgin olarak bu kadınların yüzüne de tüm bunları söylesen bir şey fark etmez çünkü ilişik bir gülümseme ile bakarlar yüzüne… Bir şey olmaz yani onlara… 1930- 40- 50 ve 60’ların zarif hanımefendileri, 70 lerin hem anne, hem çalışan kadın olmak için mücadele eden o samimi kadınları işte o yarım yamalak ve yanlış anlaşılmış Türk usulü feminizmi ile 80 den sonrasının ne olduğuna karar verememiş özenti kadınına dönüşmüştür Türkiye’de…

Yani o kadın cinayetlerine bir daha bakalım… Ölen bir kadının hikâyesinde oğluna “sana bunu nasıl yapar o şırfıntı” “erkek değil misin sen” diyen bir ana bulabiliriz… Elbette hep böyledir demiyorum ama bu ülkenin yerel gerçekleri de ortadadır… Gelin “alınır” maldır bir nevi… Geline oğlan askerdeyken ev ahalisi tecavüz ederde o evdeki kaynana gelin için “ orospu” der… Yani erkeğin kötüsü ne ki kadının kötüsü yanında…

Kızlarını bu dünyada büyüten annelerin yapacağı şey “birey olmalarını” sağlamaktır… Erkek evlat büyütürken ise o ciğer parçalarımıza rağmen kadının yaşadıklarını unutmamak ve buna sebep erkekler yetiştirmemektir.  Daha geçenlerde gayet okumuş, kokoş sevimsiz bir abla benim yanımda dedi ki “ay valla hiç de dayanamam oğlumun başka bir kadını sevmesine” … Önce bir baktım, sonra dayanamadım “umarım aklı başında bir kız hormonlarına yenik düşüp senin salak oğlunu sevmez” deyivermişim… O cinayetlerin azmettiricisi olmamak elimizde… Unutmayın her cinayet ölümle bitmiyor bazılarında ölüm yok ama mutsuzluk bu hayatın zehir olması da bir insanı öldürmektir…

Diliyorum bir daha ki yazıda hemcinslerim için güzel şeyler yazarım…


Ama önce arkamı kollamaktan kurtulmam gerekiyor sanırım …