Kadının fendi kadına düşman…
Türkiye’de feminizm lafının çokça telaffuz edilmeye
başladığı dönemlerde ben bir genç kızdım… Duygu Asena, şüphesiz hakkında bireysel
olarak ne düşünürseniz düşünün birçok hakareti göğüsleyerek, popüler ve maalesef
alt yapısız bir kadın duruşu oluşmasına sebep verdi… Doğru ya da yanlış…
Türkiye Cumhuriyeti kadına özgürlüğü, düşünsel ve yaşamsal
duruşta kanun önünde bazı hakları verdiyse de; geleneksel aile düzeni
içerisinde Türk kadının içinde bulunduğu, dört yanından kendisini bağlayan
ipleri koparması o kadar kolay olmadı, hala da olmuyor kanımca… Hala modern
kadın duruşu ile geleneksel Türk aile yapısı arasında gidip gelen bir kadın var…
Kariyer mi yapsın, çocuk mu doğursun, evlensin mi, yoksa bekâr olmakta bir yaşam
tercihidir mi desin bilemiyor Türk kadını… Evliliğe tutsak olmakla yalnızlıktan
savrulmak arasında gidip geliyor kanımca…
Kadın iseniz işiniz, mesleğiniz, statünüz ne olursa olsun
iki bacağınızın arasındakinin ederi kadar hak ve hukuka sahip olduğunuz bir
dünyayla sürekli savaşmak zorundasınızdır… Hele de bizimki gibi anaerkilden
evrilmiş bir ataerkil düzende… Yani aslında erkeğin kadına yönelik şiddetinin
çoğu zaman başka bir kadının yönlendirmesi ile şekillenmesi söz konusuyken… İki ayrı birey birbirinden bağımsız ama bir
arada olamıyorken... Kendini, özünü koruyup birliktelik yaşanamıyorken… Kadın
hep birlikte olduğu erkeğe göre şekillenmek zorunda kalıyorken.
Şüphesiz kadın evlilik kurumu ile ailesinin kısıtlamasından
çıkıp, kocasının kısıtlamasına girdiği bir düzen içerisinde koşulsuz özgürlük
konusunda hep aksaktır… Yine de evlenir… Maden işçisinin ölümü göze alarak o
işe girmesi gibi… Evlenir çünkü aksi durumda da hep aksaktır, eksiktir.
Duygu Asena ile bu ülkeye empoze edilen feminizm çok şekilci
ve belirli statüdeki kadına çok yönelik gelmişti bana… Aynı dönemde Yeşilçam bu
akımı çektiği sevişebilen Müjde Ar filmleri, bilmem kaç çocuğu varken başka
adamla cinselliği keşfedip kaçan Hale Soygazi filmleri ile pekiştirmiş ve
kanımca kadının gerçek anlamıyla özgürleşmesini hem telaffuz edip hem de
budamışlardı… Demek ki feminist kadın olmak özgürce sevişmek, tek başına bir
evde oturmak, eve adam almak hatta kenar mahallede devrimsel bir aşk hikâyesi
yaşamaktı… Oysa tüm bunlar zaten vardı toplumda sadece legalleşmesine
uğraşılmıştı… Bir panelde gencecik bir kızken kendisine, Duygu Asena’ya şunu
sormuştum…
“Eğitim imkânı bulan, ekonomik gücü olan, toplumsal baskının
en hafif olduğu liberal çevrelerde yaşayan kadınlar için paket halinde sunulmuş
bu özgürlükler gerçekten baskıya maruz kalan kadına zarar vermez mi sizce?”
Çünkü o yaşta bile özgürlüğün maddi ve cinsel bağımsızlık
anlamı taşıyor olması bana sıkıntılı gelmişti… Ki ben okuma şansı olan,
ailesinin dini ve ahlaki dogmalarla büyütmediği ve hatta evlenmeden çocuk
doğurmuş radikal bir genç kız idim…
O gün düşündüğüm kadının “diğer kadını” kendinden eksik
bularak ötekileştirdiği idi… Yani bu özgürlükler adeta Nişantaşı ablaları
içindi… Çünkü toplumsal olarak gerçek hak ve hukuk ancak kanun önünde
eşitleşerek ve ailenin, erkeğin doğru eğitimi ile mümkündür… Bir erkeğin doğru
eğitimi de çoğu kez bir kadının mahir ellerinden geçebilirdi. Siz bir köyü ziyaret edip “bak ablacım sen
özgürsün, bu adama çek resti dediğinizde” bugün hala komik olursunuz… Değil ki
o yıllarda…
Ama o dönem duyarsız bir akımdı feminizm... İstatistiki olarak bilemem ama epey
bir kadının “ne çekecem seni, boşanırım” demesine sebep olmuştur kanısındayım.
En azından ben buna benzer bir sürü hikâye biliyorum. Tekrar yazayım ki benim sıkıntım feminizm ile
değildi asla da olamaz. Ancak sıkıntım okumuş ve zaten bazı haklara sahip
kadının bir başka zümreye duyarsızlığı idi…
İşte o sebep diyorum ki; kadının fendi kadına içten içe
düşmandır…
Rahmetli kayınvalidem bana çok kez kendi kayınvalidesine
neler ettiğini anlatmıştı… Zor gelin imiş, zor kayınvalide idi… Ama çok akıllı
bir kadındı. Kadınları sevmezdi. Bunu da net söylerdi. Kadınlar dünyasının çok
tipik bir temsilcisi idi… Beni de pek sevdi diyemem ama bir suçum vardı da
diyemem… Çünkü geleneksel yapı içerisinde beni sevmemesi gerekliliği
öğretilmişti ona… Ben de evlenmeden çocuk doğurabilen çok radikal bir genç
kadındım. Ve en kötüsü bunu asla bir yanlış, eksiklik ve utanmam gereken bir
şey olarak görmüyordum. Oysa onun dünyasında teli duvağı ile gelin olmamış bir
kadın külliyen yanlıştı… Dolayısıyla onun yetiştirdiği bir erkek evladında
yaptıklarının beni şaşırttığını söyleyemem… Ben oğlumu bir kadın düşmanı olarak
yetiştirmedim… Kadına “izin” verebilecek, tahakküm edebilecek, kadının
bireyselliği hakkında ahkâm kesebilecek bir mihenk taşı olduğunu ezber
ettirmedim… Çünkü benim annemde beni ve erkek kardeşimi bu düşünce ile
yetiştirmedi… Ve oğlumda kardeşimde gayet sağlıklı düzgün erkekler olarak
büyüdüler… Hiç de eksik erkekler olmadılar… Yani bir annenin erkek evladına ve
kız evladına vereceği zarar külliyen bir topluma verdiği zarardır… Ama kadınlar
bunu yapar maalesef… Yapmayan kadın iseniz yapan kadınlar arasına sıkışır
kalırsınız…
Benim sıkıntı duyduğum din ile yobazlaştırılmış düşüncenin
sebebiyet verdiği anlaşılır yıkımdan çok okumuş kadının şuursuzluğu ile kadına
verdiği zarardır… Kadınlara erkeklerden daha çok zarar veren kadınlardır.
Özellikle kadın hakları ve özgürlük konularında…
İş ortamında eline güç geçen kadının nasıl
manyaklaşabildiğini, a kişisine söylenenin, z kişisinden nasıl duyulabildiğini
bilirim… Lafta feminist, özelinde kadın düşmanı çok kadın tanırım ben… Belki de
bu konuda yazıyor olmak beni de bir tür kadın düşmanı yapar… Ya da kadına dair
eleştiri getirmek… O kadınlar sevmez benim gibi kadınları. Çünkü benim gibi
kadınlar onların yürüyen tekerleklerine çomak sokar… Evli barklısı da vardır
bekârı da bu dişi canavarların… Kimse kızmasın bunlar için hiçbir değerin önemi
yoktur… Belli belirsiz flört ederler iş konuşurken bile… Sen eşşek gibi
çalışırken onlar mevki alırlar… Sen bir yerlere gelmek için didinirken onlar
önce hemcinslerine kazık atma derdindedirler… İki arada bir derede birilerinin
hakkında doğru yanlış bir şeyler uydurur yada karşı tarafın kucağına bir acaba
bırakır istediklerini elde ederler… Bunlardan birinin oğluyla evlenirsen anan
ağlar… Çok belirgin olarak bu kadınların yüzüne de tüm bunları söylesen bir şey
fark etmez çünkü ilişik bir gülümseme ile bakarlar yüzüne… Bir şey olmaz yani
onlara… 1930- 40- 50 ve 60’ların zarif hanımefendileri, 70 lerin hem anne, hem
çalışan kadın olmak için mücadele eden o samimi kadınları işte o yarım yamalak
ve yanlış anlaşılmış Türk usulü feminizmi ile 80 den sonrasının ne olduğuna
karar verememiş özenti kadınına dönüşmüştür Türkiye’de…
Yani o kadın cinayetlerine bir daha bakalım… Ölen bir
kadının hikâyesinde oğluna “sana bunu nasıl yapar o şırfıntı” “erkek değil
misin sen” diyen bir ana bulabiliriz… Elbette hep böyledir demiyorum ama bu
ülkenin yerel gerçekleri de ortadadır… Gelin “alınır” maldır bir nevi… Geline
oğlan askerdeyken ev ahalisi tecavüz ederde o evdeki kaynana gelin için “
orospu” der… Yani erkeğin kötüsü ne ki kadının kötüsü yanında…
Kızlarını bu dünyada büyüten annelerin yapacağı şey “birey
olmalarını” sağlamaktır… Erkek evlat büyütürken ise o ciğer parçalarımıza
rağmen kadının yaşadıklarını unutmamak ve buna sebep erkekler
yetiştirmemektir. Daha geçenlerde gayet
okumuş, kokoş sevimsiz bir abla benim yanımda dedi ki “ay valla hiç de
dayanamam oğlumun başka bir kadını sevmesine” … Önce bir baktım, sonra
dayanamadım “umarım aklı başında bir kız hormonlarına yenik düşüp senin salak
oğlunu sevmez” deyivermişim… O cinayetlerin azmettiricisi olmamak elimizde…
Unutmayın her cinayet ölümle bitmiyor bazılarında ölüm yok ama mutsuzluk bu
hayatın zehir olması da bir insanı öldürmektir…
Diliyorum bir daha ki yazıda hemcinslerim için güzel şeyler
yazarım…
Ama önce arkamı kollamaktan kurtulmam gerekiyor sanırım …